Sümerler alanındaki çalışmalarıyla tanınan yazar Muazzez İlmiye Çığ, 17 Kasım’da 110 yaşında hayatını kaybetti.
Çığ’ın Hamide Zekeriya İtil (HZİ) Vakfı’nın yönetim kurulu başkanı olması vakıf hakkındaki tartışmaları yeniden gündeme getirdi.
HZİ Vakfı ile ilgili kamuoyunda en fazla tartışılan konu, Türkiye’de ABD’de “izin verilmeyen ilaç deneyleri” için 12 Eylül mahkumlarını “kobay olarak kullandığı” iddiaları oldu.
BBC Türkçe, iddiaları HZİ yetkililerine, şikayetçilere ve dönemin tanıklarına sordu.
Vakfın ABD’de ilişkili olduğu şirketin yöneticileri bu iddiaları reddetti.
Kamuoyunda HZİ Vakfı olarak anılan vakfın resmi unvanı Hamide Zekeriya İtil Nöropsikiyatri Vakfı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün BBC Türkçe ile paylaştığı bilgilere göre vakıf, Hamide İtil tarafından 1970 yılında kuruldu.
Hamide ve Zekeriya İtil, Muazzez İlmiye Çığ’ın annesi ve babasının adlarıydı.
Muazzez İlmiye Çığ, nehir söyleşi şeklinde yayımlanan Çivi Çiviyi Söker kitabında, HZİ Vakfı’nı kardeşi Turan İtil ile birlikte kurduğunu söylemişti.
Çığ, vakıfta Turan İtil araştırmaları yaparken kendisinin de idare işleriyle ilgilendiğini ifade etmişti.
Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri, 2011 yılında dağılan vakfın yönetim kuruluna dair herhangi bir resmi kayda ulaşamadıklarını belirtti.
HZİ nasıl kuruldu?
İddiaların merkezindeki isim ise Muazzez İlmiye Çığ’ın erkek kardeşi Prof. Dr. Turan İtil.
İtil, 1924’te Bursa’da doğmuş, İstanbul Üniversitesi’nin ardından Almanya ve ABD’de ilaçların duygu durumu, algılar, düşünce ve davranış üzerindeki etkilerini inceleyen psikofarmaloji alanında çalışmıştı.
Turan İtil, sinir sisteminin elektrik hareketlerini inceleyen elektrofizyoloji alanındaki çalışmalarıyla da uluslararası çapta tanınıyordu.
Turan İtil, 1974 yılında New York’ta HZI adlı bir şirket kurarak bu alanlarda çalışmalarını ilerletti.
ABD’deki Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu’na (SEC) göre, şirket 1987’den itibaren NeuroCorp adında bir ana şirketin iştiraki haline geldi ve HZI Research Center adını aldı.
SEC belgelerinde HZI Research Center’ın ABD’deki ve yurt dışındaki ilaç ve araştırma şirketleri için “belirli kimyasalların merkezi sinir sistemi üzerindeki etkilerini araştırmaya yönelik klinik çalışmalar” yaptığı belirtiliyor.
HZI’ın beyindeki elektriksel aktiviteyi kaydetmek için kullanılan elektroensefalografi (EEG) için özel bir teknoloji geliştirdiği de yine belgede yer alan bilgiler arasında.
Yine SEC belgelerine göre NeuroCorp’un 1999 yılına kadar Yönetim Kurulu Başkanı Turan İtil’di.
Turan İtil’in ABD’de nöropsikoloji alanında uzmanlaşan oğlu Kurt İtil de 1983’ten itibaren HZI’ın başkanı olarak görev yapıyordu.
Turan İtil, 2014 yılında öldü.
İddialar neler?
Turan İtil, Türkiye’de Prof. Dr. Ayhan Songar başta olmak üzere bir grup psikiyatri uzmanıyla birlikte 12 Eylül yöneticilerinin isteğiyle cezaevindeki siyasi tutuklu ya da hükümlülerin ruhsal profillerini çıkarmak üzere, onların rızası ve bilgisi olmadan bir araştırma düzenledikleri iddialarıyla gündeme gelmişti.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Psikiyatri Bölümü’nden Prof. Dr. Mustafa Sercan, Türk Psikiyatri Derneği için 12 Eylül’ün 30’uncu yıldönümü için kaleme aldığı bir makalede “bu çalışmanın sonuçlarının bilimsel ortamda tam olarak hiçbir zaman yayımlanmadığını” yazmıştı.
Sercan, bu araştırmanın sonuçlarından söz edildiğine ilk kez 1984 yılında, Bursa’da Prof. Dr. Ayhan Songar’ın düzenlediği “TCK’nın 46 ve 47’nci Maddelerinin Uygulama Kriterleri” başlıklı konferansta tanık olduğunu belirtmiş ve şöyle devam etmişti:
”Bu konferansta Songar, sözü edilen araştırmada ‘sol eğilimli teröristlerin ağırlıkla köy kökenli olduğunu ve akrabalarında suçluluğun yüksek olduğunu, yani bunların genetik olarak suçlu olduğunu’ söyledi.”
BBC Türkçe‘ye konuşan Prof. Dr. Mustafa Sercan, konuyla ilgili tanıklığının bu olayın dışında yazılı ve erişilebilir kaynaklarla sınırlı olduğunu belirtti.
Turan İtil ise Unutulan Beyin isimli söyleşi kitabında vakıfta yaptığı araştırmalarla ilgili iddialara yanıt verirken şöyle konuşmuştu:
“Ben yaptığım işle gurur duyuyordum. Çünkü Türkiye’de ilk kez, Helsinki kriterlerine uygun araştırma yapılıyordu. Ve bunu da biz yapıyorduk. Bir etik komite vardı. İnsanlardan izin alınıyordu” demişti.
Uzun yıllar HZI’ın ana şirketi NeuroCorp’un teknik operasyonlardan sorumlu genel müdür yardımcısı olarak görev yapan Emin Eralp, BBC Türkçe‘ye yaptığı açıklamada iddiaları yalanladı.
Eralp, şirketin ABD’de ve diğer ülkelerde yasal protokolleri takip ederek araştırmalarında “hasta ve insan haklarına saygılı” davrandığını söyledi.
Eralp, kendisinin de bu dönemde asistan olarak söz konusu çalışmaların veri girişinde rol aldığını ifade etti.
Eralp, Türkiye’de “af ilan edilmeden önce” dönemin Genelkurmay Başkanlığı tarafından “terör suçlularının profillerini oluşturmak, bu mahpusların toplum için ne kadar tehlikeli olduklarını tespit etmek üzere” bir çalışma yapmalarının istendiğini belirtti.
Eralp, çalışmalarda “zorunlu katılımın” söz konusu olmadığını, standart prosedürlerin uygulandığını ve sadece gönüllü katılımcılarla soru-cevap yapıldığını söyledi.
Emin Eralp, zorla yaptırılan deneylerin sonuçlarının güvenilir görülmeyeceğini vurgulayarak çalışmanın sonuçlarının dünyanın “terörizm alanında çalışmalarıyla tanınan” bilim insanlarının ilgisiyle karşılandığını söyledi.
Nisan 1991’de Turgut Özal döneminde şartlı salıverme yasası yürürlüğe girdi.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na göre 46 bin tutukludan 12 bin kadarı aftan yararlandı.
Tanıklar ne diyor?
BBC Türkçe söz konusu anketin kendisi üzerinde uygulandığını söyleyen MHP Davası mahkumu Recep Küçükişsiz’e ulaştı.
MHP Davası Adana bölge davasının sanıklarından Recep Küçükizsiz,12 Eylül’den hemen sonra tutuklanıp 1981-1988 arasında Ankara’daki Mamak Cezaevi’nde yattığı dönemde yaşadığı olayı şu şekilde anlattı:
“[Gardiyanlar] geldiler, kaldığım hücrenin kapısını açtılar, adımı okudular dışarı çıkardılar…
“‘Eyvah, yine dayak var!’ dedim. Bu sefer direkt idare binasının oraya ‘kafes’ dediğimiz yere götürdüler. Bir adam vardı hiç görmediğim, takım elbiseli, bir subay, avukat ya da ziyaretçi olmadığı belli… Elinde bir tomar kağıt duruyor.
“Bizi bir odaya koydular, 10-15 mahkumduk, kimseyi tanımıyordum, oturduk, o adam geldi, teksir kağıtların üstüne isim yazmayın dedi ve kayboldu. 300 belki de 500 soruydu, bazı sorular sanki cümlede kelimeler yer değiştirip yeniden soruluyordu…
“40 sene olmuş, absürt içimden sövdüğüm, güldüğüm sorular aklımda kaldı. ‘Hiç kedi köpek gibi hayvanlarla cinsel ilişkiye girdiniz mi?’, ‘İnancınız var mı, yüce bir güce inanır mısınız?”, ‘Babanız, dedeniz suç işledi mi?’ gibi… Siyasi soru yoktu.”
Küçükizsiz, ankete katılmadan önce rızasının alınmadığını söyledi.
Recep Küçükizsiz 1991’deki şartlı salıvermede serbest bırakıldığını ancak yeniden tutuklanması söz konusu olunca Almanya’ya kaçtığını, hakkındaki dava zaman aşımına uğrayınca ülkesine döndüğünü anlattı.
2011’de Türkiye’ye döndüğünde, bir gün TV izlerken, anket günü karşılaştığı takım elbiseli adamı tesadüfen gördüğünü söyledi.
“Beynim uyuştu” dediği anla ilgili, “Hiç değişmemişti, Turan İtil olduğunu o gün öğrendim” dedi.
Recep Küçükişsiz, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na dönemin cezaevi müdürü Albay Raci Tetik ve bütün cezaevi yöneticileriyle birlikte Prof. Dr. Turan İtil hakkında suç duyurusunda bulunduğunu söyledi.
2011 tarihli dilekçede, “Albay Raci Tetik’in yönetimindeki Mamak Cezaevi’ne sevk edildiğimiz ilk aylarda cezaevindeki kaba dayak diye tabir edebileceğimiz tamamen can yakma esasına dayanan sıradan işkence metotları Prof. Dr. Turan İtil’in anketinden sonra yerini sistematik olarak uygulanan korkunç psikiyatrik-psikolojik işkencelere bırakmıştır” ifadeleri yer alıyor.
Recep Küçükizsiz, başvurusuyla ilgili başsavcılıktan, “kovuşturmaya gerek görülmediği” yanıtını aldığını aktardı.
HZI’ın ABD’deki eski yöneticisi Emin Eralp, mahkumların izniyle yapıldığını savunduğu anketlerin sonuçlarının bilimsel bir dergide yayımlanıp yayımlanmadığı sorusuna “hatırlamıyorum” yanıtını verdi.
Turan İtil’in İngilizce yayımlanmış çok sayıda bilimsel makalesine bugün ulaşmak mümkün.
BBC Türkçe, İtil’in bilimsel kaynaklardan ulaşılabilen araştırmaları arasında Türkiye’deki mahkumlar üzerinde yapılmış bu tip bir çalışma bulamadı.
HZİ Nöropsikiyatri Vakfı ile ilgili kamuoyunda en fazla tartışılan bir diğer konu ABD’de “kullanımı yasak olan ilaçları Türkiye’de mahpuslar üzerinde denediği” iddiasıydı.
İddialar 1985’te Nokta dergisi başta olmak üzere farklı yayınlarda geniş yankı bulmuştu.
Dönemin siyasi mahkumlarından olan BirGün Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Aydın, BBC Türkçe‘ye, 1981-1988 arasında Erzurum 3 No’lu Askeri Cezaevi’nde tutulduğu sırada bu uygulamalara maruz kaldığını sonradan öğrendiğini söyledi:
“Siyasi tutuklulara yönelik yoğun işkence uygulandığı dönemdi… Hiç karşılaşmadığımız bir yöntem uygulanmaya başladı. Zorla bize iğne vuruyorlardı, tamamen işkence gibiydi. Beş-altı asker alıyor, zorla yere yatırıyor ve enjeksiyonlar yapılıyordu. Bir seferde 5-10 iğneyi buluyordu. Üç ay sürdü, bana toplam 51 iğne yapılmıştı. Enjeksiyondan sonra hava almaya çıktığımızda nöbetçi kulübelerde bizi izleyen cezaeviyle ilgili olmayan personeller olduğunu fark ettik.”
Aydın, 1988 yılında Bursa’daki H Tipi Cezaevine nakledildiğini ve burada “şikayet etme olanaklarının oluştuğunu” belirtti.
Aydın daha sonra araştırmalara devam ettiğini ve bir devlet görevlisinin kendilerine bu çalışmaların “HZI Vakfı tarafından yürütüldüğünü söylediğini” aktardı.
HZI’dan Emin Eralp, geçmişte “kesinlikle iğnelerle veya ilaçlarla mahkumlar üzerinde deneyler yapmadıklarını” söyledi.
BBC Türkçe‘ye konuşan Turan İtil’in oğlu Kurt İtil, şirketin Türkiye’de mahkumlarla izinsiz ve bilgileri olmadan deneyler yapıldığı yönündeki tüm iddiaları yalanladı ve “saçmalık” olarak nitelendirdi.
Kurt İtil, bu konuda diğer sorulara yanıt vermedi.
Türk Tabipler Birliği (TTB) İnsan Hakları Kolu Başkanı Dr. Ali Karakoç, 12 Eylül darbesi sonrasında dönemin TTB yetkililerinin iddiaları takip ettiğini söyledi.
TTB’nin bu yıllarda vakfın “tutuklu ve hükümlülerin izni olmadan, etik kurul onayı alınmadan, ABD’de yasaklanan ilaçları Türkiye’de askeri ve siyasi cuntanın baskısıyla” denemesi yönündeki iddiaları kınadığını vurguladı.
Meclis’te nasıl tartışılmıştı?
1985 yılında Sağlık Bakanlığı ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı iddialarla ilgili soruşturma başlattı.
İddialar Meclis gündemine de taşındı.
TBMM tutanaklarına göre, 15 Mayıs 1985’te dönemin Halkçı Parti ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) İçel Milletvekilli Ali İhsan Elgin, Sağlık ve Sosyal Yardımı Bakanı Mehmet Aydın’ın yanıtlaması talebiyle konuyla ilgili soru önergesi verdi.
Elgin, ABD ve Avrupa’da insanlar üzerinde denenmemiş ve piyasaya sürülmemiş ilaçlar ya da kimyasal maddelerin ruhsat alınmadan Türkiye’ye sokulup sokulamayacağını sordu; bu ilaçların HZİ Vakfı ve Turan İtil tarafından izinsiz denediği yönündeki iddialara yanıt verilmesini istedi.
Mehmet Aydın, yanıtında, ABD’de yasaklı ilaçların Türkiye’ye sokulamayacağını, HZİ Vakfınca uygulanan ilaçlar hakkında Bakanlık tarafından yapılan incelemede, “bahis konusu ilaçların esas itibariyle (depresyon ve anksiyete tedavisinde kullanılan) benzodiazepine; dihydroiso; benzofuran ; 4 methyl piperazine-l-carforeylate ve türevleri yapısında oldukları” ve ilaçların uygulandığı kişilerin rızalarının alındığı, böylece Anayasa’nın öngördüğü şartlara uyulduğunu belirtti.
Basında araştırma ekibinde yer aldığı iddia edilen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, 2019 yılında kendi internet sitesinde yayımladığı bir açıklamada ”Ayhan Songar ve Turan İtil’le birlikte cezaevlerinde binlerce siyasi tutsak üzerinde ilaç denemesi yaptığı ve elde ettiği sonuçları Amerika’ya götürdüğü” iddialarını reddetti.
”Hiçbir temeli, dayanağı olmayan bu iddiaları kesinlikle kabul etmiyorum. İddialar tamamen yalan ve uydurmadır” diyen Tarhan, ilgili kurum ve kişileri iddialarını ispat etmeye davet etti.
Tarhan, “asılsız bu iddiaların geri alınmaması” halinde hukuki haklarını kullanacağını söyledi.
HZİ Vakfı’nın Gayrettepe’deki merkezi, Haziran 1990’da bombalandı. Saldırıyı Dev-Sol üstlendi.
Emin Eralp, BBC Türkçe‘ye yaptığı açıklamada bu olay ve “açılan davalarla birlikte yaşadıkları itibar kaybı” da düşünüldüğünde Türkiye’de çalışmalarının anlamsız hale geldiğini ve faaliyetlerini durdurduklarını belirtti.
Muazzez İlmiye Çığ iddialarla ilgili ne demişti?
Muazzez İlmiye Çığ, Çivi Çiviyi Söker kitabında, vakfın insanları izinsiz bir şekilde, “kobay olarak kullandığı” haberleriyle ilgili iddialara yanıt vermişti.
Turan İtil ile birlikte çalışan Ayhan Songar ile “sürtüşme yaşayan bir kadının” bu iddiaları ortaya attığını, ve haklarında şikayette bulunduğunu anlatmıştı.
Çığ, şu ifadeleri kullanmıştı:
“İstanbul Sağlık Müdürlüğü ve Sağlık Bakanlığı müfettişleri gelip herkesi sorguya çektiler. Bir sonuç çıkmayınca, hatun dayanamayıp bu kez de Nokta dergisi ve Cumhuriyet gazetesine gidiyor ve bizim aleyhimize muazzam bir kampanya başlatıyor; bunlar Türkleri kobay olarak kullanıyor, diye.”
Çığ, hastalardan rıza alınması yönündeki pratiklerin o dönem henüz Türkiye’de uygulanmadığını hatırlattıktan sonra ancak “bizim vakfımız bu yenilikleri getiriyordu” demişti.
Çığ kardeşi ile ilgili “Turan ‘Türkiye’de Klinik Farmakolojisi denilen ilmi branşta, etik ve insan haklarının nasıl korunacağının konseptini Türkiye’ye getirdim’ diye böbürleniyordu. Yapılan araştırmalar yurtdışında yayımlandı. Bunlar gizli kapaklı, etiğe uymayan şeyler olsa yayımlanır mıydı? İlmi çalışmalar olmasa, o yayınlar bunları kabul eder miydi ? Herhangi şüpheli bir şey olsaydı Turan, ünlü bir araştırmacı profesör olarak New York Üniversitesi’nde kalabilir miydi?” diyerek çalışmalarını savunmuştu.