Halis Tunç kimdir?
Son olarak 2013 yılından itibaren bulunduğu Yunanistan’daki Türk Deniz Ataşesi görevindeyken 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimi sonrasında, Yunanistan’da bulunmasına rağmen Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilmiştir. İnsan Hakları Aktivist’i olarak Avrupa’da etkinlik göstermektedir. NATO, Güvenlik ve Göç konularında, yabancı medya organlarında çekilmiş belgesel nitelikli programlarda yer almış ve bu konularda yayınlanmış makaleleri bulunmaktadır. Türkiye’deki gelişmelerle ilgili programlara aktif katılım sağlamaktadır.
Gara Harekâtı tam bir hezimet, hem de tam bir başarıdır.
Alıkonulan asker aileleri çalmadık kapı bırakmadı. Devlet yetkilileri “sabredin” demekten başka bir şey yapmadı. Devlet niçin askerlerini kurtarmak için girişimde bulunmadı?
Türkiye’de devlet görevlilerinin veya vatandaşın rehin alınması durumu ilk defa gerçekleşmiyor.
Daha öncesine gidelim. Yıl 1996, Erbakan’ın Başbakan olduğu dönemde, PKK, Şemdinli’de 8 askerimizi de rehin almıştı. Rehin askerlerin aileleri, çocuklarının kurtarılması için Erbakan’ın kapısında yatıp kalkıyorlardı. Erbakan, PKK ile temasa geçip rehinelerin serbest bırakılmalarını sağlaması için Kürt kökenli iki kişiyi arabulucu olarak görevlendirmişti. Arabulucu heyetin, yasal Kürt partisi aracılığıyla, PKK ile yaptığı görüşmeler sonucu, PKK rehineleri serbest bırakmayı kabul etmişti. Rehineler Irak’taki Zeli Kampı’ndan alınmıştı.
2011 yılında farklı zamanlarda PKK tarafından rehin alınan Kaymakam adayı, polis ve askerlerden oluşan 8 rehine, aracı olan heyet tarafından teslim alınarak Habur sınır kapısından yurda giriş yapmışlardı.
Oslo görüşmeleri ve sonrasında MIT Tırları vakalarının ortaya çıkması ile birlikte 2014 yılını Nisan ayında, MİT’e Terör Örgütleriyle görüşme yetkisi verildiğini görüyoruz. 11 Haziran 2014 tarihinde Türkiye’nin Musul başkonsolosluğuna yapılan silahlı baskında, İŞİD tarafından 49 konsolosluk personeli, 31 TIR şoförü olmak üzere toplam 80 rehin vatandaşımız alınmıştı. MİT ilk defa bu yetkisini “resmi” olarak bu olayda kullanmıştır. Resmî açıklamalara göre, “MİT, Musul’daki rehin alınma olayının ardından IŞİD’in bölgede daha önce gerçekleştirdiği tüm rehin alma operasyonlarını analiz ederek bir strateji geliştirdi ve bu çerçevede sonuca ulaştı.” deniliyordu.
Benzer şekilde, diğer ülkeler de terör örgütlerince rehin alınan kendi vatandaşlarını sağ salim geri alabilmek için Erdoğan Türkiye’sini aracı yaptığına şahit olduğumuz durumlarda mevcutken, sorunuz oldukça anlam kazanmaktadır.
PKK’nın rehin tuttuğu devlet görevlisi veya vatandaşların alındığı örnekler çoğaltılabilir. Özellikle 2010 sonrası MİT’in PKK veya diğer terör örgütleriyle Erdoğan’ın müsaadesiyle görüştüğünü biliyoruz. Bu son olayla ilgili olarak, HDP milletvekillerinin girişimleri olduğu, CHP’nin soru önergelerinin cevapsız bırakıldığı da bir vakadır. Esasında bugüne kadar hükümet sanki bu vatandaşlar hiç rehin değilmiş gibi davranarak, siyasi gündemin yoğunlaştığı döneme denk gelecek şekilde harekâtı gerçekleştirmesi de sorunuzun cevabını beraberinde getirmektedir.
Altı yıl boyunca hiçbir şey yapmadan sabreden devlet ne oldu da böyle bir operasyon yapma gereği duydu? Erdoğan’ın “çarşamba müjdesi” askerlerin salimen kurtarılması mıydı? Eğer böyleyse neden bombardıman uçakları kullanıldı?
Pençe Kartal-2 Harekatı’nın isterseniz önce resmi makamlarca, yani bizzat Milli Savunma Bakanı tarafından belirlenen maksadına bakalım. Türk Silahlı Kuvvetlerinde 2 yıl alınan kurmaylık eğitimi sırasında, herhangi bir harekâtın amaç, görev, hedeflerini 5N+1K yöntemiyle belirlemeyi öğrenirsiniz. Bunu bütün kurmay subaylar bilir ve standart şekilde harekât planının en başına dahil eder. Eğer maksadı karşılayacak sonucu elde edemiyorsanız, harekat rafa kaldırılır. Bu da işte öyle bir harekattır.
Hulusi Akar yaptığı basın açıklamasında benzer şekilde maksadı ortaya koyuyor. Ne diyor? “Hudutlarımızın güvenliğini sağlamak ve daha önce güvenlik nedeniyle açıklanmayan teröristler tarafından kaçırılan vatandaşlarımız ile ilgili istihbaratı teyit etmek ve gerekli müdahalede bulunmak maksadıyla,……..Irak kuzeyi Gara Bölgesinde 10 Şubat 2021 tarihinde Pençe Kartal-2 Harekatı başlatılmıştır.”
Harekatın sonucu olarak ise, “Hava Harekatıyla başarılı bir şekilde tahrip edilmiştir. Müteakiben kara unsurları harekât bölgesine helikopterlerle indirilmiştir. Üçü üst düzey olmak üzere 48 terörist ölü, iki terörist sağ olarak ele geçirilmiştir. Terör örgütünün bölgedeki varlığına ağır bir darbe indirilerek, bölge kontrol altına alınmıştır. Yoğun çatışmaları müteakip, mağara içerisinde yapılan aramalarda alı konulan 13 vatandaşımızın naaşlarına ulaşılmıştır.”
Aslında harekata ilişkin birçok ip ucunu bu açıklamadan edinmek mümkün. Zira harekatın amacı, normal bir harekât planında yer verilecek cinsten değil. Bu arada şunu söyleyeyim. Harekatın amacı bütün NATO ülkelerinde de aynı şekilde belirlenir. Yani bütün ülkeler ya Türkiye’ye gülüyor veya alkışlıyor. Hangisi olduğunu açıklamam sonrasında siz karar verin isterseniz. Yapılan açıklamadan anladığımız, harekât için esas hedef veya amaç rehineler. Fakat askeri terminolojide amaç bu şekilde belirlenmez. Şöyle ki;
– Amacın bir parçası “Teröristler tarafından kaçırılan vatandaşlarımız ile ilgili istihbaratı teyit etmek”, böyle bir yaklaşım Türk Silahlı Kuvvetlerinde olamaz. Ben bir İstihbarat sınıfı subayım. Birçok harekât planı üzerinde çalıştım. İstihbaratın teyidi esas harekât sırasında yapılamaz. Şöyle söyleyeyim, filmlerde de benzerdir. Rehineleri kurtarma operasyonunda önce bir bilgi gelir. Bu bilgiyi örgüt içerisindeki elemanlarınız, telsiz dinlemesi, uydu vb. vasıtalarla teyit edersiniz. Örgütün günlük rutin faaliyetlerini çıkarırsınız, buna göre özel harekâtı planlarsınız. Bölgede karşılaşacağınız gücün durumunu ise uydu, telsiz dinlemeleri İHA’lar ve yine elemanlarınızla tespit eder ve sonrasında analiz edersiniz. Eğer rehinelerin orada olup olmadığını, konumlarını daha önceden teyit edip netleştirmediyseniz ve bunu operasyon sırasında gerçekleştirmeyi planlamışsanız, “rehineler öldü” demektir ki şehit oldular zaten.
Sorunuza gelirsek, uçaklarla evet bombardıman yapılabilir. Fakat öncelikle örtülü olarak özel kuvvetlerin bölgeye sızdırılması icap ederdi. Onlar harekata başladıktan veya yerlerini almış durumdayken, gelebilecek desteği kesmek, bölge hedefleri imha etmek, örgüte kaçış imkanının olmadığı düşüncesi vermek gibi harekât ihtiyaçlarını karşılamak için yapılabilir. Harekatın esas unsuru olamaz. Bunu yaparsanız, zaten kara unsurları, Hulisi Akar’ın açıklamalarından Özel Kuvvetler olduğunu öğreniyoruz, bölgeye gitmeden, PKK kendini güvenceye alır, rehineleri kendisine siper olarak kullanacak tedbirler alır. Olmadı, mağaranın 12 çıkışı var. Bir noktadan uzaklaştırır. Uçak bombardımanından kurtulsalar bile, bu nokradan sonra rehinelerin mağara gibi karmaşık bir yerleşkeden, PKK’lılarla çatışarak sağ olarak alınması imkânsız hale gelir. Sıradan bir apartmana yapılan bir operasyona dahi bu şekilde davul zurnayla giderseniz, harekât amacına ulaşmaz. Rehineleri kaybedersiniz.
– Şimdi amacın ikinci bölümüne gelelim. “ (Rehineler için) gerekli müdahalede bulunmak”, böyle bir askeri amaç da olamaz. Bu amaç normalde “rehineleri sağ salim veya asgari zayiatla alıp getirmek” şeklinde olması gerekirdi. Standart bir jargondur bu. TSK’nın böyle bir amaç belirlemesinin sebebi, rehinelerin canlı olarak kurtarılamayacağının değerlendirilmiş olmasından kaynaklandığını; üsten gelen bir baskı sonucu bu harekatın gerçekleştirildiğini; bundan dolayı da muğlak ifadelerle harekatın maksat tanımlanmış. Tekrar edeyim, harekatın maksadı nettir. Bu net maksada göre harekatın her safhasını da aynı netlikle planlarsınız. Şimdi sorayım size, “Gerekli müdahalede bulunun…” desem siz ne yaparsınız. Herkes kafasına göre bir hal tarzı belirler. Kesinlikle olacak iş değil. Şimdi Rehineler ikinci defa öldü demektir.
Şunu da ilave edeyim, Gara harekâtı esasında MİT merkezli bir harekattır. Çünkü kurtarma operasyonları istihbarat yoğunluklu bir harekattır. Bu nedenle TSK’yı yönlendiren MİT olduğunu söyleyebiliriz.
Sonuç itibarıyla, bu harekâtı planlayanların da rehinelerin sağ olarak kurtulabileceğine inanmadıklarını düşünüyorum. Hükümetin en tepesinden gelen baskı üzerine, bu harekât planlanmış gözüküyor. Rehinelerin sağ veya ölü alınmasından siyasi çıkar elde edebilecek bir siyasi irade ancak bu harekâtı dikte etmiş olabilir.
Siz bu yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz? Şehitlik mefhumu üzerinden iç politikaya mesaj mı veriliyor, yoksa yeni bir savaş konseptine geçiş mi yapılıyor?
Tam bir hezimeti amaçlayan böyle bir savaş konsepti olmaz. Bu evet, ilk defa görmediğimiz psikolojik harekatın bir parçası. Ne vatandaşını ne de askerini, polisini veya MİT görevlisini önemsemeyen, siyasi ranta dönüşmesinin amaçlandığı bir rant harekâtı. Bunu ilk defa da görmüyoruz. 7 Haziran seçimlerinde istediği oy oranını alamayan Erdoğan’ın “400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün”, “1 Kasım istikrar mı istikrarsızlık mı, bunun seçimi olacaktır” sözlerini hatırlayın. Şimdi bir de seçimlerin yenilendiği 1 Kasım 2015 tarihine kadar yüzlerce eve düşen ateşleri ve bu ateşlerin sandıklara oy olarak yansıdığını düşünün. Toplumun milliyetçi duygularının suiistimal edilerek oylarını alabilmek için, o günden itibaren sıkça başvurulan bir taktik olarak karşımıza çıkıyor. Evet bu Erdoğan’ın tadını aldığı, iktidarda kalabilmek için belirlediği 2015’ten bu yana uyguladığı savaş konseptidir.
15 Temmuz’da 251 vatandaşın ölümüne değil, ölü sayısının yetersiz bulduğu için üzüldüğünü düşünüyorum. Bu konu çok işlendiği için oraya havale ederek, planlı veya plansız ama darbenin önlenmesine yönelik gerekli tedbirleri almak için, ölümlerin gerçekleşmesini beklemelerinin başka da bir açıklaması yok. Kandan beslenen vampir güdüsüyle hareket eden, sadece Türkiye için değil, tüm dünya için tehlikeli bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Erdoğan’ın “şehitlik mefhumu” üzerinden iç siyasette partisine alan açma, ekonomik krizi, başarısız dış politikayı unutturma manevrası olarak düşünüyor musunuz?
Türkiye’deki halkın çoğunluğunun hassas noktaları belli, bunlar özellikle milliyetçilik ve din. Bu iki noktayı suiistimal eden partiler maalesef kazanıyor. Ayrıca bu kirli oyun, ekonomik krizi de gölgeleme başarısına sahip. Dış politika avam kesim için açıkçası çok da bir şey ifade etmiyor. Aksine komplo teorilerine nedense çok ilgi duyan toplum, ekranlardan ABD, AB veya dönemine göre başka ülkeye dayılanmayı, güçlü dış politika olarak değerlendiriyor. Evet bu kesinlikle bir manevra. Özellikle erken seçimlerin yoğun tartışıldığı, belirttiğiniz ekonomik çıkmazda AKP’nin büyük oy kaybına uğradığı bir dönemde, yine önceki soruda vurguladığınız gibi başarısı toplum üzerinde test edilmiş yeni savaş konsepti. Ayrıca, ABD’de Biden yönetiminin başa geçtiği ve bölgede daha aktif askeri-politik varlık gösterecekleri dikkate alındığında, Erdoğan için bir an önce gerçekleştirilmesi gereken harekât olarak düşünülmüş olabilir. Çünkü ilerleyen dönemde böyle bir şansı tekrar yakalayamayabilirdi.
Konuşmamızın başında dediğim gibi, Gara Harekâtından rehineler canlı da kurtulsa, ölü olarak teslim alınsa da, Erdoğan için siyasi kazanç elde edeceği fırsatlar barındırıyor. Erken seçimler konuşulurken anketler Akp oylarının eridiğine işaret ediyor. Ölümler, Erdoğan’ın oylarının dirilmesi anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, HDP’nin kapatılması da son dönemde MHP ve AKP çevresince yine çokça konuşulan konulardan biri. Bu harekatın Erdoğan için doğurduğu diğer bir avantaj ise, görüyoruz hükümet çevresi PKK eşittir HDP açıklamaları yapıyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu şiddet içeren korkunç açıklamalar yapıyor ve yüzlerce HDP’li seçilmiş veya partili tutuklanıyor. HDP milletvekilleri Hüda Kaya ve Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında soruşturma başlattı. Bu harekât işte bu yönüyle de Akp için can simidi. Diğer taraftan, CHP ve İYİ Parti doğru düzgün harekâtı eleştiremiyor bile. Çünkü, 13 rehinenin ölüm sebebi olarak, mantıksız planlama ve bu mantıksızlığın sonucunda gelen başarısız harekâtı gösteremiyorlar. Bu süreç HDP’nin seçimler öncesinde kapatılmasına kadar götürülür mü göreceğiz.
Evet ekonomi en büyük sorun olsa da ülkede insanlar içten içe kaynıyor esasında. Her ne kadar AKP’yi destekleseler dahi, insanlar birbiriyle konuşmaktan korkacak kadar baskıyı hissediyorlar. Evet, Fetö dersiniz ama bir yere kadar. Sonuçta insanları sürekli baskı altında tutacak, düşünmekten alıkoyacak başka meşgaleler bulmak zorundasınız. AKP bunu hakikaten çok iyi yapıyor. Genelde de ölümler üzerinden din ve milliyetçilik hassasiyetleri istismar edecek şekilde başarıyla yapıyor.
En son da hakkında yargı süreçlerine, burada detaya girmeyeyim, rağmen bir albayı general oluncaya kadar TSK içinde tutup, hatta generalliğe terfi ettirip, ertesi gün sanki hakkında bilgiye yeni ulaşılmış gibi “Fetö hala TSK içerisinde korunuyor” yaygarası koparıp, TSK’dan tasfiyesi planlanan 30 bin ilave askerin ihraçları öncesinde kamuoyu algısını hazırlamaları da bunun bir parçası. Benzer şekilde bilerek terfi ettirilen başka generallerden de nitekim söz ediliyor.
Esasen Türkiye siyaset arenasının, yakın dönemde kirli birçok oyunun sebep olacağı acı tecrübelere gebe olduğunu düşünüyorum. Umarım yanılırım. Bana göre Erdoğan seçimle gidecek erdeme sahip bir kişilik değil. ABD gibi demokrasi ve insan hakları konusunda sağlam temellere sahip bir ülkede bile seçim sonuçlarını kabullenmeyip, bir nevi iç karışıklık çıkararak iktidarda kalma girişiminde bulunan Trump’ın farklı bir modeli. Erdoğan tabi çok daha fazla enstrümana sahip. Radikalize olmuş yandaşlarına ilave olarak, 15 Temmuz sonrasında, 30 bin bekçi, 120 bin polis, 30 bin subay-astsubay, 50 bin uzman-er alımı yapıldı. Dahası, binlerce SADAT militanı, 15 bin ÖSO militanı ve özellikle TSK, Emniyet, MİT ve yargıyı şekillendiren yeni kanun hükmünde kararnameler düşünüldüğünde, Erdoğan seçimi kaybetse dahi demokratik yollarla gitmeyecek şekilde bütün ön hazırlıkları yaptığını söyleyebiliriz. İsmini ister yeni savaş konsepti, isterseniz diktatörün kirli iktidar mücadelesi koyun.
Boğaz köprüsünde kendi askerlerinin kafasını kesen bir iktidarın, esir askerlerini gerçekten düşündüğünü, kurtarmaya çalıştığını düşünüyor musunuz?
15 Temmuz’da evet köprüdeki öğrenci ve er katliamları bugünkü Kara Kuvvetleri Komutanı Ümit Dündar ve Korgeneral Yavuz Türkgenci köprüde olduğu sırada gerçekleşti. Şehit edilen öğrenciler köprüdeki görüntülerde Korgeneral Türkgenci ve beraberindeki polislerle birlikte görünüyor. Sadece şunu söyleyeyim, 2015 yılında İŞİD tarafından kaçırılan iki askerlerimiz vardı. Hükümet sahip çıkmadı. Onlar zaten askerken kaçarak İŞİD’e katıldılar, diyerek zalimce gündemden düşürmekten de öte itibar ve aile onurlarını yerle bir ettiler. 2017 yılında vahşi şekilde yakılarak öldürüldüklerinde ise montaj deme cesaretini bile gösterdiler. Sonradan gerçek olduğu ortaya çıktı. Bunun üstüne diyecek zaten başka bir söz de bulamıyorum, maalesef.
Biliyorsunuz Gara rehineleri arasında PKK tarafından 2015 yılında kaçırılan bir Polis Memuru var. Vedat Kaya. Kendisi 15 Temmuz sonrasında 27 Nisan 2017’de Emniyet-Hükümet tarafından Fetö bağlantısı iddiasıyla açığa alındı. Emniyet önceden hazırlanan listeler üzerinden açığa aldığı anlaşılan Vedat Kaya’nın, PKK’nın elinde rehine olduğunu fark edince KHK’ya ismini son anda eklememiş. TSK-MIT kurtarma operasyonunda hayatını kaybetmiş olarak bulunan Kaya, şimdilerde aynı Emniyet-hükümet tarafından şehit-yiğit ilan edildi ve adına methiyeler diziyorlar! Ayrıca, açığa aldıkları Vedat Kaya’nın annesini de HDP kapısında “evlat nöbetindeki anneler” arasında kullandılar. Normal insani davranış normları ve devlet erdemiyle açıklanamayacak bir durumla karşı karşıyayız. İzahta herkes zorlanıyor.
Erdoğan’ın 27 Şubat 2020 tarihinde Rusya’nın hava saldırısında Suriye’de verdiğimiz 36 şehit ve şimdi de Irak’ta verdiğimiz 16 (13+3) şehidimizin arkasından çıktığı ekranlarda kahkaha seviyesinde güldüğüne tanık olduk. Psikolojide bunun bir tanımı vardır muhakkak, ama ölümleri pek de umursamadığını net olarak gösteriyor. Ayrıca daha dün AKP parti kongresinde Gare’de oğlunu yitiren anneyi arayarak, kongreye katılan partililere ve tabi ki bütün medya da canlı yayınladığı için, tüm Türkiye’ye annenin ağlamalarını dinletti. Şehitler üzerinden yaptığı sömürü bir yönüyle harekatın amacını ve oylarını artırmayla meşgul Erdoğan’ın, ölümlerden pek de etkilenme lüksünün olmadığını gösteriyor.
Son olarak şunu söyleyeyim, ta Irak’a kadar gidip siyasi rant için de olsa, rehin vatandaşını kurtarma harekâtı yapan hükümet, MIT’in sokak ortasında kaçırıp rehin tuttuğu vatandaşlar için neden hala operasyon planlamıyor? MIT bu noktada nasıl bir örgüt tanımına sokulmalıdır?