Eylül, sonbahar geldi demek, güz yani, hazan mevsimi. Havalar soğumaya yüz tutacak yavaş yavaş. Yapraklar sararmaya ve ağaçlar yapraklarını dökmeye başlayacak. Sararan yapraklardır güz mevsiminin rengi. İster istemez hüzün demektir. Kendine kapanan doğanın hüznü, şairlerin ilham kaynağı olur. Değil midir ki bizi ta yüreğimizden yakalayan şiirler, hüzne dairdir hep…
Doğanın kendi dilince bir adımız varsa eğer, Attila İlhan koymuş adını işte; “adım, sonbahar.”
nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar
-Attila İlhan
İnsanın acıyan sevgisidir güz. Sonbahar yani. Birbirini eskiten takvim yaprakları misali, sararan yapraklar mevsimi. Hazan.
Tavrım birçok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
İlkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
Sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar
-Turgut Uyar
Birdenbire göç eden kuşlar mevsimidir ve ilk adımını Eylül ile atar, “önümüz kış” gerçeğine zamanın. “Gitme” diyen feryadıdır yüreğinin, ne yapsan ne etsen gidecek olanın hüznü…
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını
Neden akşam oluyorum tren kalkınca
Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
Öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
Az önceki çiçekler nasıl da diken diken
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
O sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
O elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehçik buzlu rakı
Oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
Kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
Nerde şimdi, nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç…
-Hasan Hüseyin
Yüreğini acıyla buruşturandır, doyumsuz bir aşkın sonudur çünkü.
Sonbahar -ki acının değişmez dipnotudur-
Sesinin solgun göğünde
Küçük bir yıldızla bir harfi tutuşturur.
Savrulur her yana kavruk kelimelerle,
Yüreğini acıyla buruşturur.
Bakışının pasıyla zırhlanan dünya,
Binlerce pıtrak yapıştırır yüzünün kumaşına
Sonbahar -ki doyumsuz bir aşkın sonudur.
-Metin Altıok
Eylül’dür ve Cemal Süreyya’nın dediğince, “Savruluşu bundandır kimsesizliğimizin.”
Eylül, o gün bugündür bize 12 Eylül 1980 demektir.
Ne giden sevgilinin ardından yakılan ağıt, ne doğanın hüznüne şairane bir güzelleme, ne “önümüz kış” duygusu ve ne de bir başka insan, doğa ve yaşamak hali…
Her sene yaşadığımız aynı acı, aynı kanlı “milat” ve aynı en genç gidenlerimizden miras hayatları yaşıyor olmanın ağırlığı…
Eylül, 12 Eylül demektir bize. Sessiz, sitemsiz yaşadığımız on yıllara evrilen hayatların bitmeyen hazan mevsimi…
Deyin ki her Eylül’de ruhlarımızda, yüreklerimizde ayaklanan, 12 Eylül işkencehanelerinde, zindanlarında, darağaçlarında, ölüm oruçlarında bayraklaşan insan ömürlerinin hatırı ve hatırasıdır…