1990”lı yılların başlarında itibaren hatta 1980’li yılların sonlarına doğru, gerek ABD ile SSCB arasında 1985 yılında imzalanan nükleer başlıklı füzelerin sınırlandırılması ve bunun küresel ölçekte yarattığı detant ile SSCB’nin dağılacağı işaretleri ortaya çıkmıştı.
Bu moment dünyanın sorunlu coğrafyalarında sınır tartışmalarının başlamasına ve mikro milliyetçi siyasi akımların hortlamasına neden oldu.
Ortadoğu ve Kafkaslar, işte bu sorunlu bölgelerin başındaki iki bölge, adeta bir yanardağ gibi patladı.
İran ve Irak savaşı peşinden Irak’ın Kuveyt’e saldırması ile başlayan körfez savaşı, ABD’nin Irak’ı işgali Saddam rejiminin sona ermesi ile devam eden sıcak ve acı günler bugünde halen Suriye savaşı ile sürmektedir.
Kafkaslarda ise uluslararası hukuka göre Azerbaycan toprağı olan Dağlık Karabağ’da sorun patlak verdi.
Ermeni milisleri 1988 yılında Dağlık Karabağ’da özerklik ilan ettiler.
Aslında o günler de Ermenistan bu gelişmeye pek sıcak bakmamıştı.
Yalnız bu son sıcak gelişme Ermeniler ve Azeriler arasındaki yüz yıllık sorunu su üzerine çıkarmıştı.
Dağlık Karabağ 1923 yılında Sovyet yönetimi tarafından Azerbaycan bağlandı.
Ermenistan, o zamanda şimdi olduğu gibi bu kararı tanımadı.
1918-1920 yılları arasında Dağlık Karabağ için ortaya çıkan kısa savaşlardan sonra ilk kez 1988 yılında bu sorun yeniden gündeme geldi.
Bu olaylar ile ilgili akılda kalan en kanlı saldırı Şuşa şehrindeki Ermeni ayaklanmasını Azeri güçler tarafından kanlı bir biçimde bastırılmasıydı.
Katliamda net olarak kaç insan öldürüldü bilinmemekle beraber binlerce Ermeni hayatını kaybetmişti.
Dağlık Karabağ’da 1988 Ermeni ayaklanması sonucunda Azeri nüfusun çoğu göç etmek zorunda bırakıldı. Bu süreçte kimi acı olaylar yaşandıysa da bile Hocalı köyünde yaşananlar üzerinden günümüze kadar tartışmalar halen devam etmektedir.
Karabağ’da 1991 yılında bağımsızlık için halk oylamasına gidildi ve oylamaya Azeri nüfus boykot ederek katılmadı.
Devam eden süreçte 1992 yılında Karabağ bağımsızlığını ilan etti.
Bu ilan Ermenistan dışında uluslararası camiada karşılık bulmadı.
Bağımsızlık kararından sonra 1992-94 yılları arası kanlı çatışmalar oldu.
Tabii güney Kafkasya’da ortaya çıkan bu sorunun Sovyet döneminden miras kalan hatalı yanları var.
Stalin döneminde SSCB, Türkiye’nin Azerbaycan ile birleşmesine ve oradan Orta Asya cumhuriyetlerine yol açılmasını önlemek için güney Kafkasya coğrafyasına oldukça karmaşık bir şekil vererek Azerbaycan, Karabağ ile Nahcivan arasına Ermenistan topraklarını adeta bir tampon gibi yerleştirmişti.
Bu arada Karabağ bölgesinde tüm zamanlarda Ermeni nüfus Azerilere göre hep çoğunluk nüfus olagelmişti. 1920’lerde de nüfus dengesi %60 – %40 Ermeni nüfus lehine olduğu biliniyordu.
1988 Karabağ olaylarından sonra Sovyet yönetimi 1989 Dağlık Karabağ’ı yeniden Azerbaycan bağlayan bir karar almış olsa da Ermenistan bu kararı yine tanımamıştır.
1992-94 arası çatışmalardan sonra 1994 yılında AGİT önderliğinde Türkiye’nin de içinde olduğu dokuz ülkenin katılımıyla başkanlığını, ABD, Rusya Federasyonu ve Fransa’nın yaptığı Minsk Gurubu kuruldu.
Grup 2007 yılında Madrid Prensipleri adlı plan üzerinde iki ülkeyi ikna etmiş olmasına rağmen sürmekte olan gerilim ve çatışmalar bu plan üzerinden sonuç almayı olanak dışı bıraktı.
Şimdi son gelişmelere gelecek olursak bölgede gerilim aslında Temmuz ayından beri gözleniyordu. Karabağ sınırındaki kanlı çatışmalarla başlayan süreç bu gün sıcak bir savaşa dönüşmüş durumda gözüküyor.
Tarafların konu hakkında resmi tezleri belli..
Azerbaycan tarafı resmi tezleri gereği Dağlık Karabağ ve işgal edilen topraklardan Ermenistan’ın çıkması talep ediyordu.
Ermenistan ise yapılan referandumların sonuçlarını dikkate alan bir bölge politikasına sahipti.
Buraya kadar anladığımız kadarıyla durumu özetlemeye çalıştık.
Esas olan bundan sonraki süreçte sorunu savaşla değil barışçıl bir diplomasiyle çözmek ve bölgede kalıcı bir barışı sağlamaktır.
Yalnız, önce son durum nasıl bir savaşa dönüştürüldü işin birde bu yanına bakmak gerekiyor.
Ermenistan’ın Karabağ üzerinden Azerbaycan ile savaşa girmesini hiçbir mantıklı yanı yok. Çünkü 1990 savaşlarıyla Ermenistan bölge nüfuzunu arttırmış ve sınırların genişletmiş bir devlet olarak bu durumu sürdürmek ve korumak istiyordu.
Bu sefer sorun Azerbaycan’da; tabi haklı olarak işgal edilmiş topraklarından Ermenistan’ın çıkmasını istemesi gayet doğal bir talep ancak savaş niye?
Aliyev neden Minsk Grubu ile birlikte Ermenistan ile görüşmeyi tercih etmedi?
Biliyorum 30 yıldır Minsk Grubu üzerinden bir sonuç alınamadı ama grup daha etkin duruma getirilebilirdi. Bu yol bir kez daha neden denenmedi?
Türkiye’ye gelince bölge barışı ve güvenliği için diplomasiden yana daha yapıcı ve oyun kurucu bölge ülkesi olması gerekirken sıcak savaşın tarafı olmayı seçmesi neden?
İki farklı sorunun ortak bir yanıtı var.
Erdoğan ve Aliyev bölgedeki gerginlik ve savaş üzerinden dışarda savaş, içerde şiddet politikası ile tabanlarını konsolide etmek istiyorlar.
Diğer yandan Rusya süreci yakından izliyor ama topa şimdilik girmiyor.
Girmemesinin bir nedeni olarak son dönemlerde Avrupa ile sıcak ilişkiler kuran Başbakan Nikol Paşinyan’ın biraz burnun sürtülmesini istemesinden olabilir.
Diğer yandan ise Aliyev’in savaş üzerinden içerde elinin güçlendirilmesini düşünebilir.
Son söz bizim tarafa; soruna etnik köken açısından ve savaş kışkırtıcılığı ekseninde bakılması, Patrikhane etrafında milliyetçi gösterilere göz yumulması içerde özellikle Ermeni yurttaşlarımızın üzerinde endişe ve korkulara neden oluyor.
Bunlar hiçbir zaman barışa hizmet edecek şeyler olamaz.
Oysa her yerde barış içinde insan gibi özgürce yaşamayı savunmak gerekiyor.
Ermeni düşmanlığı üzerinden Azerilerin dostu da olamazsınız.
Çünkü unuttuğunuz bir şey var.
İki kardeş halkın arasında gördüğünüz ayrılıklardan daha çok görmek istemediğiniz, derinde, güçlü kültürel bağlar var.
Unutmayın…