Ömer Çiftçi
Irak uzun yıllardır tükenmişliğin ve çaresizliğin hakim olduğu bir coğrafya. Halk, bir zamanlar zalimlerin yönetimi altında yaşamanın faturasını ağır ödediler.
Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra Irak’ta tüm vatandaşların adalet ve özgürlük temelinde yaşayabileceği bir demokrasi inşa edilemedi. Yoksulluğun en dibini yaşayan halk, vatanları harap olmuş ve iç savaşların pençesinden kurtulamadı.
Ortadoğu coğrafyasının sosyo-politik yapısının da etkisiyle totaliter-despot yapılanmalar oluşmuştu. Irak, despotik yönetimler altında kaosa, savaşa sürüklenerek ülkenin istikrarsızlaşmasına yol açtı.
DİKTATÖRLER HALKIN SIRTINDA BİR KAMBUR
Bugün Irak dış güçler tarafından değil, bizzat kendi liderleri ve siyasetçileri tarafından hapsedilmiş durumdadır. Irak’ta devrim ve darbelerle başa gelen tüm liderler ülkelerini demir yumrukla yönetirken, bu insanların kendilerini yönetecek kapasitede olmadıklarını düşünerek, bu şekilde kendi iktidarlarını meşrulaştırmıştır.
Saddam’ın diktatörlüğü döneminde ülkeyi ve insanları ilgilendiren kararlarda tek söz sahibi olmayı çabaladı hep. Tüm her şeyi tekeline aldıktan sonra acımasız olmaya başladı. Ülkesindeki en sevmediği kesime kendi anıtını inşa etmekten çekinmedi.
Şimdiki Irak, Saddam devrildiği için bu hale gelmedi; Irak’ı bu hale getiren Saddam’dır. Keza Libya’da, Kaddafi devrildiği için bu hale gelmedi; Libya’yı bu hale getiren Kaddafi’dir. Aynı şeyi bölgedeki diğer ülkeler için de söyleyebiliriz.
IRAK’TAKİ DEVLET KURUMLARI NEDEN ZAYIF?
Saddam zamanında, demokrasinin kurulması için gerekli olan bu kurumsal altyapı ve siyasi kültürün gelişmesinin önünde bir engeldi. Fakat dönemindeki en güçlü kurum orduydu. Şimdi bu kurum oldukça zayıftır.
Demokrasinin varlığı ve siyasi kültürün henüz güçlenmediği için ülkenin yönetimi çatırdamaktadır. Yürütme erkini ya da otoriteyi denetleyen mekanizmalar, hesap soran ve düzelten kurumların olmayışı Irak’ın kaderini başarısızlığa itmektedir. Ülkenin şuan ki durumu; otorite, güç, hiçbir değer ya da hakkı gözetmeyen kör şiddet iştahına mahkum olmuş durumda.
Saddam ülkeyi despotça, horca kullanmayı hiç çekinmedi. Bütün gücü elinde toplamaktan hiç çekinmedi. Ülkeyi yönettiği sırada güçlü, köklü, sürekli ve bağımsız kurumların gelişmesine fırsat vermedi.
Çünkü bu kurumlar günü geldiğinde bir despotun ya da bir diktatörün gücünü sınırlayabilme ihtimali vardı. Bu sebeple Saddam, tüm kurumlara kendi ailesinin üyelerini ve kendisini kollayan güvenli insanlarla doldururdu.
IRAK SADDAM’DAN SONRA DA KÖTÜ YÖNETİLİYOR
Irak’ın durumu Saddam diktatörlüğünden sonra daha dramatik hale geldi. Eskiden yürütme yetkisi tek kişideydi, sorun yoktu bu konuda. Ama sürekli içeride ve dışarıda düşman yaratan Saddam’ın dikta yönetim sıkıntısı vardı.
Bugün Irak’ta yönetime talip olanlar yürütme organında yetersiz ve deneyimsiz, hatta çoğu ideolojik partiler talip oldu. Bunlar kamu yönetiminde sıfır deneyime sahiptiler. Liderleri ya ABD’den ya da İran’dan sufle alır. Bu iki güçlü aktörün ağızlarına bakmadan hareket edemiyorlar.
Bu trajik durum, Irak’ın servetini, insanlarını ve egemenliğini darmadağın ediyor. Yolsuzluk, rüşvet, kayıt dışı ekonominin ulaştığı boyutlar, devlet kurumları tarumar edilmiş savunmasız bıraktı. Bu, eski rejimlerde de vardı, sonraki rejimlere de intikal etti. Bu nedenle, yeni politikacılarda uyuşukluk ve zayıflık derecesinde yeteneksizliğe, kapasite eksikliğine şahit olduk. Irak diktatörlük sisteminden çıkıp, Lübnanlaşma sürecine girdi.
SONUÇ
Geçmişin acılarına yaslanarak bugünü devirmek ve yarına ulaşmaya çalışmak beyhude bir çaba. Çünkü Irak bu şiddet kültüründen, yas ve ölümlerden, öfke ve nefret saçan politik söylemlerden kurtulmadıkça ekonomiyi de, eğitimi de, geleceğini de konuşamaz.
Irak’ta iç savaş, istikrarsızlık ve artan otorite boşluğu üçgeninde barış, adalet ve demokrasi umutların neredeyse tamamen tükendiği görülüyor. Irak’ta ufukta bir çözüm görünmüyor. Söz konusu ülkelerin boş bir çatışmayla geçecek uzun yılları bulunuyor. Siyasi çürümenin faturasını halk ödüyor.