Önceki yazımda muhalif olmak, muhalefet yapmak ne demek? diye yazmıştım.
Muhalif olmak ve muhalefet yapmak konusunda söyleyeceklerimi bitiremediğim için bu haftaki yazımla da aynı konuyu işlemeye devam edeceğim.
Yine yeniden başlayalım…
Muhalif olmak önce bir muhalif kültüre ve geleneğe sahip olmayı da gerektiriyor. Mesela iktidarda olsan da iktidara muhalif olmayı bilecek kadar bir muhalefet kültürüne sahip olmaktan bahsediyorum. Yani nerede olursan ol kendine ayna tutmayı bileceksin demek bunun adı…
Kendini sınamak, özeleştiri (laf olsun diye değil) acımasız bir dil ve objektif bir bakışla yapabilmek kendine bakmayı… Sen yapmadığın zaman senin karşına dikilip yapanlar çıkıyor. Ya da çıkamıyor, işlediğin suçlar ve günahlar yanına kar kalıyor.
Türkiye siyasi tarihi bunun sayısız örnekleriyle dolu. 12 Eylül askeri darbesini ve diğer askeri darbeleri ve müdahaleleri yapanların yaptıkları yanında kar kalarak çekip gittiler. Bunun en mantıklı açıklaması muhalif kültür ve geleneğimizin sınırlı olması… Kapı komşumuz Yunanistan’da öyle olmadı ama 1967 yılında erki ele geçiren Albaylar Cuntası 1974 Temmuz ayında alaşağı edildi. Ve tüm cunta üyeleri hapislerde çürütüldü ve çoğu da hapislerde öldü.
Bizde ittihat-Terakki döneminden beri asker düzenli ve sürekli sisteme darbe vurmuş,müdahale etmiş ancak hiç birinin hesabını vermeden çekip gitmiş… Dünyada böyle olmamış ama… Özellikle batılı demokrasilerin güçlenmesi ve ekonomik alanda ise rekabet edebilirlik gücünü arttırmasında sendikalardan tutunda her türden siyasi partilerin kendi aralarında etkili bir iktidar-muhalefet siyaseti yapmış olmalarının hayati önemi var.
ABD’de Demokratlar ve Cumhuriyetçiler, İngiltere’de Muhafazakar Parti ve İşçi Partisi, Almanya’da Sosyal Demokratlar ve Hıristiyan Partileri, Fransa’da Sosyalist Parti ve Halk Partisi gibi…
Sanayi devrimi sonrası giderek güçlenen bu ikili iktidar ve muhalefet siyaseti zaman içinde çoklu nedenlerle yıpranmış ve Yeşiller gibi çevreci sol partiler zamanla güçlenmiş olsa bile diğer yandan bu ikili siyaset oyunu, göç ve yabancı
düşmanlığı gibi siyasi arka planlar nedeniyle ırkçı partilerinde güçlenmesine neden olmuştur.
Yalnız burada bir önemli noktanın altını çizmek gerekiyor. O da devletin kendisi… Batılı demokrasilerde tüm bu iktidar ve muhalefet savaşlarında devlet zayıflatılmamış aksine her alanda ve özellikle hukuk alanında güçlendirilmiştir.
Evrensel hukuk ölçülerinde bir hukuk devletini sürdürülebilir kılmışlardır. İşte tam bu noktadan bizde ki askeri darbeler ve muhalefet ile iktidar savaşları her seferinde devleti özellikle hukuk alanında zayıflatmış (ekonomikte) devletin itibarını iki paralık etmişlerdir.
Önceki yazımda da belirtmiştim. Bizdeki muhalefet, sadece Ak Parti’nin ve Erdoğan’ın iktidardan gitmesi ekseni
üzerine kurulmak isteniyor. Bunu küçümsemek istemiyorum ama bu yetmez. Yetmez çünkü, bununla sınırlı bir muhalefet ekseni oluşturmak mevcut iktidarı işbaşından uzaklaştırmaya yetebilir ama bu ve benzer otoriter rejimlerin yeniden işbaşına gelmesini engellemeye yetmez. Muhalefet, iktidarı işbaşından uzaklaştırmak olduğu kadar devletinde demokratik bir hukuk devleti olması içinde muhalefet yapmalıdır. Yani Türkiye’de iktidara olduğu kadar devlete de muhalefet yapabilecek genişlikte bir muhalefet boşluğu bulunmaktadır. Muhalefet partilerini temel eksikliği de buradadır. Mesela T.C devleti,değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen anayasa maddelerinin
hangi birine benzeyen bir devlettir. 2. madde mesela “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” der.
Bu devletin neresi bu anayasal tanımlara benziyor. Hiç biri benzemiyor. Üstelik bu anayasal tanımların adı evrensel tanımlara benzese de hepsinin içi boş sözde tanımlar. İşte, devletin gerçekten demokratikleşmesini ve gerçek bir hukuk devleti durumuna getirilmesi bizdeki muhalefetin siyaseten en boş tarafı olarak görülüyor. Devletin anayasa ve yasal parametrelerinin hiçbir hukuki yanı kalmamıştır.
Neden? Çünkü mevcut kanun külliyatının tamamı AB hukuku ile mukayese edildiğinde anayasa başta olmak üzere hemen neredeyse hepsi çöpe atılacak kağıt parçaları durumuna gelmiştir. Devletin, evrensel hukuk ve liyakat temelinde yeniden inşa etmek kaçınılmaz olarak muhalefetin strateji ve politikası olmak durumundadır. İktidara gelmekle sınırlı bir muhalefet siyaseti çok önemli ancak devletin yeniden yapılandırılması ertelenemeyecek kadar acil bir sorun olduğundan bu sınırlı muhalefeti bu devlet iktidarda barındırmaz. Yeni bir anayasa ve yeni bir toplum sözleşmesi ihtiyacı acildir. CHP kurultaya gidiyor. Bu kurultay böylesi bir muhalefet stratejisi ve politikası geliştirmek için bir fırsat sunuyor.
En geniş muhalif kesimler ile geniş bir “demokrasi cephesi” kurulması ve “sadece iktidarı değil devleti de hukuk ve demokratik değerler çerçevesinde değiştirmek istiyoruz.” diyerek yola çıkılabilir.
Bu yolculuk HDP’siz olmaz, olamaz. Olursa sadece iktidara gelmekle yetinen popülist bir siyaset tercih edilmiş olur.
Türkiye bütün ekonomik ve toplumsal göstergeleriyle krizde olan bir ülke durumunda.. Bu ve benzer kriz ortamlarını aynı zamanda fırsata çevirme olanağı bizim ülkemiz içinde var.
Diğer yandan erken seçim söylemlerinin de yaygınlaştığı bu günlerde ki eğilimleri o yönde, bu fırsatı geniş bir tabanda örgütlemek aktif bir mücadele yolu izlemek oldukça hayati duruyor. Levent Gültekin geniş bir muhalefet cephesi üzerine Finlandiya örneğini üst üste yazdı ve anlattı. Gerçi farklı kültürlere sahip ülkeleriz ama yöntem olarak örnek bir yöntem… Geniş bir “demokrasi cephesi” kurulmasının tüm toplumsal koşulları bence fazlasıyla hazır görünüyor.
Buna karşı,“iktidar zaten gidici bir şey yapmaya gerek yok.” diyen “beklemeci umursamaz bir siyaset” iktidarın ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz bilesiniz.
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.