Hrant Dink’in kızı Delal Dink, Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan çatışmalar ve bunların Türkiye’deki yankısını konu alan bir yazı kaleme aldı. Delal Dink, yazısında, “Etrafımdaki Ermeniler on gündür, “Ermeniler şöyle, Ermeniler böyle” diye bir torba lafı işitip işitip kahroluyorlar. Doğrusu boğuluyoruz. Yavaş yavaş, gün gün, saat saat boğuluyoruz. Nefretinizin altında boğuluyoruz” dedi
Delal Dink, Agos Gazetesinde 9 Ekim 2020 tarihli yazısında şunları dile getirdi.
“Etrafımdaki Ermeniler on gündür, “Ermeniler şöyle, Ermeniler böyle” diye bir torba lafı işitip işitip kahroluyorlar. Doğrusu boğuluyoruz. Yavaş yavaş, gün gün, saat saat boğuluyoruz. Nefretinizin altında boğuluyoruz. Maskelerden sızan biraz oksijenimiz vardıysa onu da aldınız. Bütün kurumlarımızın etrafı polis kaynıyor. Koruma gerektiğini nasıl da biliyorsunuz… Baktınız iş çığırından çıkabilir, şimdi dünyaya rezil olmayalım diye günü kurtarmaya çalışırken yaptığınız nedir? “Bizim Ermenilerimiz onlardan değil, biz onları kastetmiyoruz.” Sahi, değil mi? Onlar nasıl insanlar ki? Onların büyük bir bölümü şu çok sahiplendiğiniz tebaanızdan değil mi? Pardon, onlar kılıç artıkları. O kılıç artıklarının çocukları, Muşlu, Sivaslı, Maraşlı nineler şu anda torunlarının savaştan dönüp dönemeyeceği konusunda kaygılanırken, kâbusları hortlatmak yerine hem soydaşlarınıza, hem eski tebaanıza kardeşlik mesajı verseydiniz olmuyor muydu?
Ben sağlam kâbus görürüm. Hayat besliyor demek… Ama bu haftaki hepsini aştı. Uyarıyorum, şiddet içerir: Bir binanın önünde kalabalık. Bir cenaze töreni sanki. Babamın dostları kapıda. Aralardan yürümeye çalışıyorum. Yüzlere bakıyorum. Olamaz ki. Onunla ilgili olamaz. Babam çoktan öldü, herkesin gözü önünde öldürüldü. Sonra birden babamın tabutunu gördüm bir kalabalığın elinde. Sonra birden bedenini içinden çıkarıp havaya kaldırdıklarını… Sonra kafasını kestiler. Kanı akıyordu. Oluk oluk. Ama babamı çoktan öldürdüler. Kanı nasıl akabilir? Hayatımda bu kadar kan görmedim. Babamın yerde yatan bedeninin etrafında bile… Kafasını bir sopaya saplayıp gezdirmeye başladılar. Ama zaten öldü. Nasıl tekrar öldürebilirler?
Ezan sesiyle uyandım. Nefes nefese. Gözyaşları içinde. Acaba dedim, ben de dua etsem ezanla birlikte, onların ve benim Tanrım bu defa duyar mı? Seslerimiz birleşse… Lütfen bitirebilir mi bu nefreti artık?
Ermenistan’dakiler için çok korkuyorum. Onlar için korktuğumu söylemekten korkmalı mıyım? Aralarında akrabalarım var, sevdiklerim var. Kötü insanlar değiller diye size nasıl anlatabilirim? Ben Azerbaycan’daki insanların kötü olduklarını düşünmüyorum ki. Siz neden benden olanlardan bu kadar nefret ediyorsunuz?
Babam öldürüldüğünde eve gelen giden günlerce, haftalarca bitmedi. Ama üniversiteden yakın bir arkadaşım uzun süre uğramadı. Sonra geldiğinde “Delal, yanına gelmeye çekindim, belki babanı Türkler öldürdü diye bir daha Türk arkadaş istemezsin, beni istemezsin diye korktum” dedi. O kadar kocaman sarıldım ki ona “Ben Türk arkadaşım olmadan yaşayamam” diye. Peki ya siz? Ermeni arkadaşınız olmadan, Ermenilere arkadaş olmadan nasıl yaşayabiliyorsunuz?
Ermeni olmakla gurur duymuyorum, evet. Bence kimse ırkıyla gurur duymamalı. Ama ben halkımın ürettiğiyle, sanatıyla, bilimiyle, filmiyle, yemekleriyle, mimarisiyle, taş ustalığıyla, zanaatkârlığıyla gurur duyuyorum. Bu kültürünü yaşatabilsin, üretebilmeye, dünya medeniyetlerine katkı sunmaya devam edebilsin istiyorum. Maalesef henüz ulus devlet dışında, kültürü yaşatmanın güçlü bir formülünü bulamadı insanlık. Savaşın gidişatı ve bölgedeki çözümsüzlük, meselenin Karabağ Sorunu’nun ötesine geçmesi riskini taşıyor. Özgür ve bağımsız bir Ermenistan istiyorum. Aynı zamanda, özgür ve bağımsız bir Azerbaycan istiyorum. Bu ikisinin bir arada olmasını istemek hiç zor değil benim için. Ama belli ki bugünkü Türkiye Devleti için çok zor. Ne büyük hayal kırıklığı! Halbuki, Türkçü veya Osmanlıcı olmaya çalışmak yerine Anadolulu olup açsaydı iki kolunu iki komşusuna, “Gelin, çözelim şu sorunu” deseydi kim kaybederdi?