Çiğdem Koç
Memlekette sıradan bir gündü yine.
Siyasetin karanlık dehlizlerinden gelen tuhaf seslerle başladığımız herhangi bir gün yani.
Hapisteki insanlar, “yargımız bağımsız ve tarafsızdır” diyen Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun şahane açıklaması, istenmeyen adamlar, istenmeyen adamlar üstüne espriler yapmayı zeka belirtisi olarak gören muhalifler, evleri yakılan kadınlar, yükselen dolar, geçmek için dakikaları sayan bir tezkere ve bitmeyen bir kaos.
Her birimizin giderek meşrulaştırdığı bu tuhaf zamanların ve korku romanlarındakine benzeyen bir sis gibi üstümüze inen karamsarlığın orta yerinde parlayan ışıkları görmeden var oluyoruz sadece, yaşamayı unutuyoruz.
“Edebiyat mucizedir. Ve edebiyatın yarattıkları tanrının yarattıklarından uzun yaşar.” diye başlıyor ödül konuşmasına Ahmet Altan.
Evet, Ahmet Altan bugün dünyanın en önemli ödüllerinden biri olan Femina Ödülünü kazandı.
1904’te La Vie Heureuse dergisine yazan ve kadın duyarlıklarını yansıtan bir edebiyat ödülü olmasını isteyen yirmi iki yazar tarafından başlatılmış ve sadece kadınlardan oluşan bir seçici kurul tarafından verilen ödül, bu yıl Ahmet Altan’ın Hayat Hanım adlı romanının oldu.
Onun gibi bir yazarın böyle bir ödül alması şu anda dünyada konuşulan en önemli başlıklardan biri olsa da, aslında sadece “sevinilecek ve gurur duyulacak” bir başarı olarak parlayan ışıklar hanesine yazılabilirdi.
Ama öyle değil, çünkü Hayat Hanım bir hapishanede yazıldı. Küçücük bir hücrede ve plastik bir masada elle yazılan bir romanın ödüllere ve övgülere doymayan hikayesi, sadece bir edebi başarı olarak kalamaz doğal olarak; kendisinden bağımsız bir var olma öyküsünü de taşır bir yanında.
Sadece yazı yazdığı için beş yıl hapis yatan Ahmet Altan tıpkı söylediği gibi edebiyatın bir mucize olduğunun canlı kanıtı olarak bu toplumun kültür ahlakına ayna tutmakla kalmıyor, aldığı ödüller ve övgülerle, bir türlü gurur duyamayan yanlarından utanç devşirmeyi de öğretiyor. Hayat Hanım tam da burada edebiyatın gücünü kendi varlığında gerçek kılıyor işte.
“Bir hapishane avlusunda ortaya çıktı ama bugün Paris’te dolaşıyor. Özgür ve neşeli. Onun özgürlüğü beni de özgür kılıyor.” diyor devamla Hayat Hanım’ı anlatırken.
Bir ülkeye, hapiste özgür olmanın ne demek olduğunu düşünme fırsatı veriyor öte yandan; yazarlarını hapseden toplumların bitmeyen tutsaklıklarını anlayabileceklerine dair bir umudun varlığını hissediyorsunuz satırlarında.
Dedim ya; bugün dünyanın en önemli medya organlarında yer aldı, almaya devam ediyor bu konu, Türkiye’de ise sadece bir kaç tane bağımsız medya platformu gördü haber olarak. Gurur duymayı beceremeyişinizi telafi etmeyi deneyecek kadar akıl da mı kalmadı, bu kadar mı kör bir düğümün pençesindeyiz hepimiz?
Anadilinde yazan bir yazarın sözcükleriyle fethettiği bir dünyadan bu kadar kopuk, siyasetin çürümüş kokusuna bu denli müptela ve kendi yalanlarından beslenen kinlerinin kısır döngüsüne bu kadar saplanmış bir anlamsızlık gerçek olabilir mi?
Kendi kendime soruyorum bu cümleleri kurarken: “Ahmet Altan haksız ve hukuksuzca hapis yatarken nerede duruyorlardı ki, şimdi nerede durmaya güçleri yeter?” Evet, anlamsızlığın sıradanlığı çirkin ve sert bir gerçek, hepimizi ve geleceğimizi çürütecek bir kötülüğün gerçekliği tam olarak.
Ne var biliyor musunuz, bir gün bunlar geçecek, hepsi bitecek. Siyasetin sürekli kendini tekrar eden sığlığının kalıntıları dağılmış ve parçalanmış oyuncaklar gibi kenara atılacak, yerine hep yenileri gelecek ve insanın doymak bilmezliğinin çaresizliği kendini tekrar tekrar yok edecek.
Ama edebiyat kalacak, sanat kendi kendini doğurarak çoğalacak.
Ahmet Altan’ın hapisteki bir taş avluda doğduğunu söylediği Hayat Hanım hepimizden uzun yaşayacak; neşesi ve bitmeyen özgürlüğüyle canının istediği yerde dolaşarak hem de.
“Hukuk kendilerini unuttuğu zaman bile edebiyatın onları unutmadığını, unutmayacağını söyleyebilmek için, bu ödülü, Hayat Hanım’ın yıllarını geçirdiği hapishanelere siyasi nedenlerle haksızca kapatılan Türk ve Kürt kadınlara armağan etmek istiyorum.” diye bitiriyor konuşmasını Altan.
Yani bir de ne kalacak biliyor musunuz geriye?
Bu toz duman dağıldığında aynaya bakacak yüzü olan onurlu ve sahici insanların aksi…