En son izlediğim diziler “Çemberimde Gül Oya” ve “Hatırla Sevgili” oldu. Sonrasında ne oldu bilmiyorum bir anda tüm dizileri hanım ağalar, büyük beyler, mafyalar, havuzlu köşkler, fısır fısır konuşan köşk çalışanları, güzel kızlar, yakışıklı erkekler bastı. İçlerinde ne kendimi ne de yaşadığım toplumu bulabildim ve dizi izlememeye karar verdim.
Dizi izlememe kararı almış olmama rağmen dizi izlemeden duramayan annem başta olmak üzere birçok yakınımın dizi karakterlerinin adını anıp, yaşamlarının bir parçasıymış gibi anlatmalarına defalarca şahit oldum. Dizisiz hayatım beraberinde televizyonsuz hayatı da getirdi derken evimizdeki televizyonu da iptal ettik. İletişim aracı olarak sadece interneti kullanmaya başladık. Ülke gerçeklerini dizlerde filmlerde bulamayıp kaç kişi benim gibi beyaz camdan uzaklaştı bilmiyorum. Elbette güzel yapımlar da olmuştur zira onlar da kurunun yanında yanıp gitmiştir.
Şu sıralar neredeyse herkesin konuştuğu “Bir Başkadır” dizinin tekrar yaşamıma girmesi ise tesadüf değil tamamen manevi bağlarımdan kaynaklı olduğunu da itiraf etmeliyim. Tiyatro kökenli birinin yazıp yönettiği bir dizinin, yazarın gözlemlerinin, bakış açısının, izlenimlerinin farklı olacağını düşündüm. İlk bölümde yanılmadığımı anladım. Bugüne kadar izlediğim dizleri filmleri izlemeye başladığım gibi başladım. Amacım ne eleştirmekti ne de göklere çıkartmak. Şaşırmadım desem yeridir, ne bozuk olmakla olmamak arası hangi yöreye ait olduğu belli olmayan Türkçesiyle konuşan bir Hanım ağa ne etrafında el pençe bekleyen ne dedikleri anlaşılmayan delikanlılar vardı. Ne “kameraya ne kadar sert bakarsam bey olduğum o kadar anlaşılır” bakışıyla kaşını gözünün üzerine yüklemiş biri vardı ne elinde silah tavuk öldürür gibi insanları öldüren mafyalar, ne fakir kız zengin oğlan ne entrikalar ne havuzlu köşkünde çalışanlarına emirler yağdıran zenginler. Hayal kırıklığı yaşamamıştım. Bazı yorumları okurken anladım ki hayal kırıklığı yaşayanlar olmuş. Ülkenin yönetim biçimi dizi izleyicilerini de fazlasıyla etkilemiş olmalı. Halk sanki alışmış bağıran çağıran kabadayılık yapan, insanları aşağılayan, yok sayan, mafya ile kol kola gezen bir idarecinin yirmi dört saat azarlamasına. Halk izlediği dizide yöneticisini görmek istiyormuş gibi sakin dinlendirici ses tonuna tahammülleri kalmamış. Azarlamadan aşağılamadan nefret saçmadan konuşan birini görünce şaşkınlık yaşıyorlar. Sıradan, bizden karakterleri görmek istemiyorlar. “Kürt” dediklerinde akıllarına Hanım ağa, toprak ağaları veya gariban inşaat işçisi geliyor. “Türk” dediklerinde akıllarına zengin beyler, mafya liderleri, vurup kıran argo konuşanlar geliyor. İzlediğimiz birçok karakteri günlük yaşamımızda görmememize rağmen kapılıp gidilmiş gerçekten uzak o karakterlerin peşine.
Belki de bizden olmayan bize benzemeyen insanları izlerken birden kendi gerçeğimize geçiş yaptığımızdan çok konuşuyoruz “Bir Başkadır” dizisini. Başının kapalı olmasından dolayı izlendiğini, eleştirildiğini veya beğenildiğini düşünmüyorum. “Nedret Anne” diye hitap ettiğim Nedret Anne’min başının kapalı olması hiç umurumda olmadı, inancı gereği veya geleneği gereği kapalı olmasını da hiç konuşmadık. Fakat ben Nedret annemi hiçbir dizide göremedim; o da beni göremedi. Ne kardeşim gibi sevdiğim kızına benzeyeni gördüm ne oğluna benzeyeni gördüm. Bize dizilerde gösterilmeyeni gördük. Doğrusu çok sevdim kendimizi izlemeyi. İnmek gerekmiyor muydu bulutların üzerinden? Birlikte yaşadığımız insanların dilini duyup inanış biçimleriyle onları kabul etmemiz gerekmiyor muydu? Bölünmüşlüğümüzü yüzümüze çarpan filmlere dizilere sanırım daha çok ihtiyaç var. Bizleri “ondan” “bundan” “şundan” diye bölmek isteyenlere inat daha çok bize bizi anlatan yapımlar olmalı. Görünen şu ki kendimizi kendimizden olmayanlarla birlikte izleme isteğimiz sandığımızdan da fazlaymış.
Dilerim yapımcılar bizi bize gösterir. Bizim bizi göremeye niyetimiz yok belli ki. Umarım gözümüze gözümüze sokarlar bizi.