Birbirlerine olan doyumsuz aşklarını tıka basa yeşillerle kaplanmış nefis bir Londra parkının tam merkezine ustaca yerleştirilmiş bir bankın üzerine sere serpe sererek hem güneşin hem de birlikteliklerinin tadını doyasıya çıkartan 2 mutlu çiftin 3 kişilik bir mutluluğa hazırlanmasını hem müthiş duygulanarak, hem de itiraf etmek gerekiyor ki beyaz perdeye yansıyan bu muhteşem romantik anı sinema salonunda tek başına karşılamış olmanın o dünlerde kendime dair hissettiğim büyük hayal kırıklıklarını harlaması eşliğinde izlediğimi hatırlıyorum.
Ancak yine de kendi küçük dünyasında sıradan bir hayat yaşayan kendi halinde bir kitapçının (Hugh Grant) dünya yıldızı güzeller güzeli bir aktrise (Julia Roberts) aşık olmasının ve kendisinde bu imkansız aşkın peşinde koşacak cesareti imal etmesinin öyküsüne sıcağı sıcağına yetişmiş olmaktan dolayı da kendimi son derece şanslı hissediyorum.
Bir kişi ile diğerleri arasındaki her türden farkın “gerekli yere” abartılması demek olan aşk duygusunun benim gibi hayatın hemen hemen her alanını oldukça “abartılı” şekilde yaşamış dengesiz bir bünyede “çarpan” etkileri yaratma tecrübesinden ya da o acı tecrübelerin (evlerden ırak) tekrar etmesi ihtimalinden mütevellit masal kahramanlarını bile kıskandıracak cinsten böylesine efsanevi bir sahneyi benim de yaşamamın hayalini kurduğum o çileli dünlerimi çoktan gerilerde bıraktım şükür.
Tüm hayallerimin sadece benim sığabileceğim kadar küçük ve dar olmalarının bereketini her ne kadar şimdilerde topyekün bir saldırı altında olsalar da kıyısından köşesinden de olsa bir şekilde ayakta kalmayı ve içimizi açmayı başaran yeşil bir Adana parkının tam ortasında bulunan bir bankta tek başıma kitap okumanın derin huzurunu keşfederek ve bir anlamda hayallerime karşı mağlubiyetimi önce kendime karşı, sonra da sağımdan solumdan umarsızca geçip giden park sakinlerine karşı tescilleyerek ve sanıyorum giderek de içselleştirerek görüyorum artık!..
Oysa kadim bir Adana parkının çetin “yalnızlığına” istiflenmiş tehlikeli bir Ahmet Altan romanının aksine; güzel Diyarbakır’ın dehlizlerine ustaca saklanmış sıcacık bir parkta dip dibe, göz göze, gönül gönüle oturan ve “devlet eliyle” zorla ayrı bırakıldıkları günlerin, haftaların, ayların ve ne yazık ki yılların acısını her tondan yeşiller tanıklığında sonuna kadar çıkartmayı başaran tüm hücreleriyle, tüm kavgalarıyla, tüm hasretleriyle birbirlerine delicesine aşık mutlu, mesut nefis bir çift görüyorum.
Kadın, tıpkı Notting Hill filminin efsane final sahnesinde olduğu gibi “huzur niyetine” adamın dizlerinin üzerine uzanmış; yıllardır kelepçenin eksik olmadığı o öfkeli bileklere bu sefer kendi şefkatli ellerini geçirerek adamın ona okuduğu kitaptan sızan özgürlük dizelerinin ete kemiğe ve nihayetinde aşka bürünmesinin yollarını açıyor.
Adam, yıllardır mide bulandırıcı bir utanmazlıkla hem kendisine hem de tepeden tırnağa bir “direnç” abidesi olarak dizlerine uzanmış sevdiğine reva görülen açık haksızlıklara, hukuksuzluklara bu ulvi, fedakar “el” sayesinde direnebildiğinin farkında okumaya; okurken yazmaya, yazarken anlatmaya ve tabii anlatırken de resmi, gayri resmi tüm ezeli ve ebedi düşmanlarına inat doyasıya yaşamaya devam ediyor.
Birbirlerine olan doyumsuz aşklarını tıka basa yeşillerle kaplanmış nefis bir Londra parkının tam merkezine ustaca yerleştirilmiş bir bankın üzerine sere serpe sererek hem güneşin hem de birlikteliklerinin tadını doyasıya çıkartan 2 mutlu çiftin 3 kişilik bir mutluluğa hazırlanmasıydı bizim kuşağımızın hayallerini derinden ve temelden etkileyen fotoğraf.
Her ne kadar bu türden kusursuz mutluluk fotoğraflarının üzerine güvenle uzanılabilecek bir “diz”i olmayı hak edecek emeği, çabayı ve kararlılığı hiçbir zaman ortaya koyamadıysam da, nedendir bilinmez böylesine şiirsel anların uzaktan da olsa bir tanığı olmamın ve gördüklerimi amatörce de olsa bir şekilde kalemle kağıda dökmemin önünde hiçbir engel barınamıyor!
Barınamadığı için de Demirtaş ailesinin Diyarbakır’ın güzel bir parkında yaşadığı o huzur ve saadetin şehrin tüm parklarına yere düşen bir yağ tenekesi gibi usul usul yayılmasını kilometrelerce öteden Çukurova’nın kadim bir parkında sayfalar arasında sessizce kendi yasımı tutuyor olmama rağmen kendimi şaşkınlığa uğratan netlikte ve kesinlikte görebiliyorum, sonuna, dibine kadar hak edilmiş o kutsal huzuru hissedebiliyorum.
İşte bu yüzden de memleketime dair kendimden epeydir esirgediğim umutlarımı Türk’ü, Kürdü, Ermeni’si, Alevi’si, Sünni’si, solcusu sağcısı.. Bu aile için yürekleri gerçekten çarpan tüm vicdanlı, ahlaklı, namuslu yurttaşlar için korumaya devam ediyorum.
Güneşli bir Diyarbakır gününün tadını doyasıya çıkartan 2 mutlu çiftin 4 kişilik bir mutluluğa yelken açmasına bir gün sizler de tanıklık edeceksiniz inanın bana.
O yüzden de size şimdilik tavsiyem ne vakit umutsuzluğun tekinsiz koylarına demir atsanız, kendinize bir doz Notting Hill filmi yapın lütfen. Zira birbirlerine sıkı sıkıya tutunmuş iki kararlı aşığı hiçbir zalimin, hiçbir imkansızlığın deviremeyeceğini o romantik İngiliz filminde tüm çıplaklığıyla göreceksiniz.
Uğur Güney Subaşı