Üniversitede öğrencisi Barış’ın yapacağı araştırma için anket sorularının cevaplanması gerekiyordu. İnsanların en kalabalık olduğu yer olan Şirinevler metrobüs köprüsüne gitmeye karar verdi.
Sorular menopoz dönemi ile alakalı olduğundan sadece 40 yaş üzeri kadınlar cevaplayabilirdi.
“Menapoz hakkında bilginiz var mı?” ilk soruydu. Bir kadın, “menapoz” kelimesini duyar duymaz irkilmiş; “Ben bilmem, beyim bilir” demişti. Ama yanında eşi yoktu. Kadınlar soruları cevaplamaktan çekiniyordu. 200 civarı kişiye, “5 soruluk bir anketim var. 3 dakikanızı alacağım. Araştırma şirketinden değilim. Üniversite ödevim için anket yapıyorum,” dese de yaklaşık yarısı tarafından ankete cevap verilmemişti.
Aradan saatler geçti. Barış yorulmuştu. Birşeyler yemeliyim düşüncesiyle soluğu börekçide aldı. Kasada işlemini tamamladıktan sonra “bir ümit” diyerek masada oturan kadına doğru yöneldi. Aynı şeyleri tekrarladı. Kadın yanındaki erkeği gözüyle işaret ederek, “Müdür bu. Buna konuş,” dedi.
Kadınlar erkeklerden izin almadan kendilerini ilgilendiren soruları cevaplayamıyordu.
Üst kata çıktı. Çayından bir yudum aldı. İki erkek yan masada hararetlice konuşuyordu. “Patron, ‘erkekçe konuşmadı’ seninle” dedi. Arkadaşını teskin etmeye çalışıyordu. Uzun bir konuşmanın son cümlesini “.. yaptığı erkekliğe sığmadı” ile bitirdi.
Nasihatı dinleyen kişi cevaben “hiçbir şey dokunmadı da o son söylediğini erkekliğime yediremedim,” dedi.
Patronlarının annelerini de konu edindikleri sinli kaflı küfürler çıktı ağızlarından. Ağızlarından çıkan toplumda kanıksanmış, kalıplaşmış küfürlerdi. Barış, “hopp!” diyerek uyarmayı düşündü, vazgeçti. “Ne gerek var bozmaya? Oturmuş bir kere. Ne gerek var kurcalamaya, kafa karıştırmaya, ideolojik savaş içine girmeye?” diye düşündü.
Konuşmanın seyri tatlarını bozduğundan mıdır? Yanlarında bön bön bakan Barış’ın bakışlarından rahatsız olduklarından mıdır bilinmez, konu değiştirdiler. “Oğlum, baba oluyosun baba. Boş ver bunları. Hem de errrrrkek babası oluyorsun. Ne demişler, ‘Oğlandır oktur, her evde yoktur”.
Sözü söyleyen kişi böbürlenme edasıyla bir bakış attı etrafa.
Barış onları tasdik eder bir şekilde, “Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün” dedi ve hiciv olarak söylediği bu atasözünden sonra masadan kalktı.
Hikaye burada biterken gerçek hayat başlıyor…
Ve dil hepimizi yaralıyor efendiler…
Erkek; doğduğu andan itibaren “paşam, aslanım” sözleriyle büyüyerek kutsallaştırılıyor. “Erkektir, ne yapsa yeridir,” ekseninde büyük roller üstlenen erkekler narsist kişilik bozukluğu yaşıyor, toplum içindeki biçilen rollerin altında eziliyor.
Peki ya şiddet?
“Kocanın vurduğu yerde gül biter” dendiği için mi şiddet toplumda meşrulaşıyor, kadınlar kocalarından şiddet görüyor?
Erkeği toplumun efendisi, güçlüsü, değerlisi, iyi bileni, akıllısı olduğuna inandırarak; topluma, eşine, çocuklarına, arkadaşlarına, hatta mahallenin kızlarına, sokaktan geçene bile hükmedebileceğine kim inandırıyor?
Bir de erkekler için biçilen roller var. Oynamak zorunda kaldıkları roller altında ezilen ve toplumun uygun gördüğü role bürünmeye çalışan erkeğin hem duygularını bastırması hem de ne pahasına olursa olsun iktidarını ve gücünü kanıtlamaya çalışmasıyla birlikte dönüştüğü insanlıktan son derece uzak duruma ne isim vermeli, ne demeliyiz?
“Sen erkeksin, kadın senin elinin kiri. Yıkarsın elini, geçer gider. Takma kafana, üzülmeye değmez,” sözleriyle hayatı cinsiyetinin merkezine oturtmalarını nasıl açıklar, hangi kalıba sığdırabiliriz?
Cinsiyetçi oyuncaklar…
Çocuklar, gerçek hayatı oyunlarla canlandırıyor. Kız çocuklarına bebek, çay takımları oyuncak olarak alınırken erkek çocuklara araba veya şiddeti çağrıştıran silah almak normal görülüyor. Atasözleri gibi oyuncaklarda da cinsiyetçi ayrımlar, sınırlamalar çocukların cinsel kimlik gelişiminde sorunlar yaşatıyor.
Çocuklara, bilinçdışı olarak, şiddet materyallerini yetişkinlikte de kullanabilirim algısı veriyor.
Korkaklık duygusu yaşayan erkekleri yererken, dedikodu yapan ve ağzı laf tutmayanları eleştirken, kibar ve nazik yapılı bir erkeği tasvir etmek için kullanılan deyimlerde ise kadın üzerinden gidildiğini görüyoruz. ‘Karı gibi’, ‘karı ağızlı’, ‘hanım evladı’.
Bu durum şair Orhan Veli şiirlerinde bile kendini göstermiştir.
“Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize,
Dünya güzel;
Serde erkeklik var,
Ağlayamam…”
Acaba şaire ilham veren bu dizelerin müsebbibi bilinçaltımıza işleyen ata yadigarı sözler olabilir mi?
“Adamsın. Adam etmek. Adam gibi adam. Adam gibi kadın. Adam gibi (davranmak). Adam olana bir söz yeter. Adam olana çok bile. Adam olmak. Adam yerine koymak. Adamakıllı. Adamdan saymak. Bilimadamı. İnsanoğlu…”
Söz bu, uzar gider… Uzamasın.
Sözü sanatçı Nilüfer’in 1985 yılında, erkeklere biçilen rolü mükemmel ifade ettiği, ilk söz ve müzik çalışması olan şarkı ile taçlandıralım.
“İçinde bin pişmanlık, gözlerinde yaş.
Yüzünde yasak duyguların verdiği garip telaş.
Sesinde bir burukluk, ellerin soğuk.
Boğazında düğüm düğüm kelimeler…
Erkekler ağlamaz, sil gözyaşını.
Kaçırma gözlerini benden suçlu suçlu…
Erkekler ağlamaz, insanız unutma!
Sustururum zamanla içimdeki acıyı…
Gözyaşların, içimi eritiyor.
Erkekler ağlamaz, sevgilim sil gözyaşını…”
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.