Tarihe “Bahçelievler katliamı” olarak geçen TİP’li 7 gencin öldürülmesi olayının üzerinden 44 yıl geçti. Katliam sanıkları ya aftan yararlandı ya da hiç yakalanamadı. Olayı alışverişe giden iki kadının arasındaki 5-8-2 konuşması çözüyordu ama devlet kulak asmıyordu.
“Bahçelievler Katliamı” olarak tarihe geçen ve Türkiye İşçi Partili (TİP) gencin öldürülmesi olayının üzerinden 44 yıl geçti. Katliam sanıkları ya aftan yararlandı ya da hiç yakalanamadı.
8 Ekim 1978 günü Ankara’nın Bahçelievler semtinde Türkiye İşçi Partili (TİP) 7 genç katledildi. İsimleri: Latif Can, Efraim Ezgin, Hürcan Gürses, Osman Nuri Uzunlar, Serdar Alten, Faruk Ersan ve Salih Gevence’ydi. Kimi baş hizasından vurularak öldürüldü, yani kurşuna dizildi. Kimi havluyla boğuldu. Kimi de Eskişehir Yolu’nda işkence edilerek.
Katliamın “bilinen” failleri kayıtlara şöyle geçti: Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Ünal Osmanağaoğlu, Ercüment Gedikli, Kadri Kürşat, Bünyamin Adanalı, Mahmut Korkmaz
Dava dosyalarındaki bilgiler ve yazılı kaynaklara göre, 1980 darbesinin de “davetçi”lerinden olan olay şöyle gelişmişti: O dönemdeki Milliyetçi Hareket Partisi’nin Genel Merkezi Bahçelievler’de bulunuyordu ve bu bölgenin MHP için güvenlikli hale getirilmesi gerekiyordu. O dönemde Ülkü Ocakları Derneği ikinci başkanı olan ve daha sonra “uyuşturucu ve silah kaçakçısı” olarak aranırken ölecek olan Abdullah Çatlı liderliğindeki grup hareke geçti. Zaten grubunun, öncesinde de birçok öldürme olayına karıştıkları iddia edilirdi. Çatlı’nın ülkücü ekibi, 8 Ekim’i 9 Ekim’e bağlayan gece Bahçelievler 15. Sokak’a, 5 numaralı apartmanın önüne geldiler.
TİP’li gençler, 2 numaraları dairede oturuyorlardı. Kapıyı Haluk Kırcı, Mahmut Korkmaz, Kürşat Poyraz ve Ercüment Gedikli çaldı. Bu sırada Çatlı apartman önündeki aracın içinde bekliyordu.
Kapı önce açılmadı, zili ısrarla bastıktan sonra bir ara kapı aralandı. Ülkücü grup bu sırada hızla içeri girdiler. İçerde “katil”in beklediğinden fazla kişi vardı. ODTÜ Elektrik Bölümü’nden Serdar Alten, Ankara Mimarlık’tan Hürcan Gürses, Gazetecilik okuyan Efraim Ezgin, Hacettepe İstatistik’ten Latif Can ve Osman Nuri Uzunlar.
İçeri giren saldırganlara “MHP’ye saldırı için içerde cephanelik olduğu” söylenmiştir ama girdiklerinde içerde silah olmadığını fark ederler, işler değişmiştir. Ama yapacak bir şey yoktur. Emir verilmiştir. Hatta bu emrin, bizzat Alparslan Türkeş’ten geldiğini bilmektedirler.
Haluk Kırcı, gençlerin “devrimciliğini”, “Bu nasıl devrimcilik, içerde silah bile yok” diye yadırgarken bir taraftan da gençler elleri bağlanarak salon kısmına yatırılıyordur. Şimdi ne yapılacaktır. Dışarıda bekleyen “Reis”e, Abdullah Çatlı’ya sormak gerekir. Çatlı, yanına Kürşat Poyraz’ı da bir yere gider gelir ve eter ve pamuk getirir. “Katil”, gençleri bayıltırken eve iki kişi daha gelir: Faruk Erzan ve Salih Gvence. Diğerleri bayıltıldığı için bu “hesapta hiç olmayan” iki kişi arabaya götürülür. Kürşat Poyraz’ın kullandığı arabaya Abdullah Çatlı da biner. Araç Eskişehir Yolu’na doğru döner, 13. kilometrede durur. Erzan ve Gevence burada kafalarına 3’er kurşunla öldürülür.
Evde baygın tutulan diğerleri de birer ikişer bu boş araziye getirilip infaz edilecektir ama yolda gördükleri polis ekipleri planı değiştirir. Artık hepsi evde öldürülecekti. Bir taraftan da katliam timi acele ediyordu. Kırcı, “ben iple boğarım” dedi.Kırcı önce evde bulduğu bir tel askıyla, Osman Nuri Uzunlar’ı boğmaya çalıştı ama başarılı olamadı. Sonra “işi”ne havluyla devam etmek istedi, yine zor oluyordu. En kestirme yol olarak silah bulundu. Hayuk Kırc herkesi dışarı çıkardı, Serdar Alten’in karnına üç, Hürcan Gürses’in göğsüne üç, Efraim Ezgin’in başına dört, Latif Can’ın göğsüne iki kurşun sıktı ve evden çıkıp uzaklaştı.
KOMİSER ADAYININ İLK SINAVI
Bu sırada karşı apartmanda bir polis oturmaktaydı. Adı Tuncay Özkul’du. Komiserlik sınavlarına hazırlanıyordu. Silah seslerini duydu. Arkadaşı Komiser Seyfi Eroğlu ile TİP’li öğrencilerin kaldığı eve geldiler, cesetleri gördüler. Ama biri, Serdar Alten can çekişiyordu ve saldırganları tarif etti. Ambulansa o dönem daha “cankurtaran” denirdi. Cankurtaran geldi, Alten’i hastaneye yetiştirdi. Alten’den 9 kurşun çıkarıldı, direndi ve savcıya ifade verebildi. “Ülkücülerdi” dedi, kendi aralarında “Reis diye birinden söz ettiklerini” söyledi. Ve kaçtıkları otomobilin yarım yamalak plakasını verebildi: 34 PD…
Katiller bu durumu ertesi gün haberlerden duydular ve Ankara’dan kaçmaya başladılar. Abdullah Çatlı Nevşehir’e, Kırcı da Erzurum’e gitti. Serdar Alten de daha sonra yıllarca konuşulacak katliamın saldırganlarının yakalanması için tek ipucunu verdikten sonra 8 gün sonra öldü.
DAVASI YILLARCA SÜRDÜ
Zaten aracın bulunması da Serdar Alten’in verdiği bu tarif üzerinden oldu. Nevşehir-Avanos yolunda Kozaklı Petrol İstasyonunda mavi renkli, Amerikan malı bir araç araç görüldü.
Araç plakası polise bildirildi. Aracın plakası 34 PD 137’ydi. 34 yasan kısmı aslında kartonla yazılmıştı. Plakanın orijinali, 06 PD 137’dir ve araç ülkücü Mustafa Mit’e aittir. Yapılan soruşturmada, bu aracın aslında Muhsin Yazıcıoğlu ve Abdullah Çatlı için alındığını ve onların kullanımında olduğunu gösterecektir.
Abdullah Çatlı, 8 Kasım 1978’de Adapazarı’nda yakalanır ve aracı kullandığını kabul eder. İfadesinde, “Sivas cezaevinden tahliye olacak olan Muhsin Yazıcıoğlu’nu almak için kullanacaktım” der. İşte Çatlı’nın yıllar süren kaçış serüveni burada başlar. Ankara Emniyeti yerine niyeyse İstanbul emniyetine götürülür. Ve oradan serbest bırakılır.
KADIN SOHBETİNDEN ÇIKAN İPUÇLARI
Olay Serdar Alten’in ifadelerine rağmen tam olarak aydınlatılamamıştır. Olayın aydınlatılması Bahçelievler’deki kadınların kendi aralarında yaptıkları sohbette çıkar. 5-6-2 sayısı olayın en önemli ipucudur. Katliamından 2 ay sonra Semiha Üstündağ adlı bir ev kadını mahalle arkadaşıyla alışverişe giderken konuşur. Üstündağ mahalle arkadaşına, saldırganların önce kendi aralarında 5-6-2 dediklerini söyler. Bu sesli düşünme sonrasında ertesi gün katliamın gerçekleştiği dairenin numarasının 56/2 olduğunu görünce olayla bağlantısını kurar.
Kadınlar bu durumu, olayı soruşturan polis memuru Recep Oktay’a bildirir. O da mesai arkadaşı Selami Ünal’a aktarır. Ardı çorap söküğü gibi gelmeye başlar. Bayıltmak için kullanılan eterin Numune Hastanesi’nden çalınışı ve gerisi…
Soruşturmalar yürür ve dava açılır. Dava Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görülür. Sıkıyönetim Mahkemesi, Haluk Kırcı ve Ahmet Ercüment Gedikli’yi 7’şer kez ölüm cezasına; Duran Demirkıran ve Ömer Özcan 28’er yıl ağır hapis cezasına çarptırılır.
Ancak Abdullah Çatlı, Kürşat Poyraz, Mahmut Korkmaz, Ünal Osmanağaoğlu ve Bünyamin Adanalı çoktan yurt dışına çıkmışlardır ve haklarında yıllarca sürecek gıyabi tutuklama kararları verilir. Mahmut Korkmaz daha sonra 1987’de İstanbul’a sahte pasaportla girerken yakalandı, ancak “bir el” yardımıyla olsa gerek ki serbest kaldı. Sonrasında uluslar arası aramalar, kırmızı bültenler geldi. Dosya, ta ki 10 Ocak 1999’a kadar “uyudu”.
10 Ocak 1999’da Bünyamin Adanalı, yanlışlıkla serbest bırakıldığı için aranan Haluk Kırcı ile birlikte yakalandı. Yine Nisan 1999’da Ünal Osmanağaoğlu yakalandı. 1 Kasım 1999’da Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi Adanalı ve Osmanağaoğlu’nu 7’şer kez idam cezasına çarptırdı.
Abdullah Çatlı ise artık Susurluk’ta ölmüştü, davası düşürüldü. 12 Temmuz 2000 tarihinde Yargıtay 9. Ceza Dairesi temyiz incelemesi sonucunda Adanalı ve Osmanağaoğlu’nun cezalarında suçun asli failleri olmadığı gerekçesi ile indirim yapılması gerektiğini kararlaştırdı.
Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 15 Şubat 2001 tarihinde eski kararında direnmesinin ardından Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 21 Haziran 2001 tarihinde 5’e karşı 18 üyenin onayı ile Adanalı ve Osmanağaoğlu hakkında verilen 7’şer kez idam kararını onayladı.
Sonrasında af yasaları ve tahliyeler geldi. İşte katliamdan elde kalan tablo:
Abdullah Çatlı, yıllarca kırmızı bültenlere rağmen yakalanamadı, 1996’da Susurluk’ta öldü.
Haluk Kırcı: 7 kez idam aldı. 1996’da yakalandığı gün Emniyet’ten kaçtı(!), 1999’da yeniden yakalandı, Mart 2004’te tahliye oldu. Ekim 2004’te Ukrayna’da yakalandı, 2010’da tahliye oldu. Şubat 2011’de tekrar tutuklandı, yine bir şubat ayında 2015’te yine tahliye oldu.
Ünal Osmanağaoğlu: 1999’da Kuşadası’nda yakalandı ve yedi kez idam cezasına çarptırıldı. “3. Yargı Paketi”yle 10 Temmuz 2012’de tahliye edildi. 30 Haziran 2014 tarihinde öldü.
Bünyamin Adanadı: 1999’da Pendik’de yakalandı ve yedi kez idam cezasına çarptırıldı. “3. Yargı Paketi”yle 10 Temmuz 2012’de tahliye edildi.
Ercüment Gedikli: 1980’de yılında yakalandı. Aldığı idam cezası dönüştürüldü, 1991 affıyla salıverildi.
Mahmut Korkmaz: Hiç yakalanamadı.
Kürşat Poyraz: Hiç yakalanamadı.