Acun Karadağ Türkiye’de sayısı bir milyonu aşan öğretmenlerden biriydi. Öğrencileri ve arkadaşları dışında adını bilen pek kimse yoktu. Günümüzde kimi öğretmenlerde görmediğimiz şekilde işini severek yapıyordu. Ancak bir kusuru vardı, sendika üyesiydi. Daha doğrusu solcu bir insandı.
15 Temmuz’u bir bahane olarak kullanarak yüz binden fazla kişiyi işinden eden KHK onu bir 29 Ekim gecesi buldu. Bu haksızlığa karşı sesini duyurmak istedi ancak kendisinin de zaman zaman anlattığı gibi sendika ilk başta onun haksızlığını dile getirmesinde yanında olmadı.
O da tek başına okulunun önünde işini geri almak adına bir eylem başlattı. İlk seferinde daha ağzını açmadan gözaltına alındı. Sonrasında da protestosuna başlar başlamaz. Ama o yılmadı çünkü sadece haklı olduğunu bilen insanların sahip olacağı cesarete sahipti. Bugün bile tam olarak aydınlatılamayan darbe girişimi ile alakası yoktu ve bu bahane ile işinden atılmış olmayı kabul etmiyordu.
Sonrasında kendisi gibi haksızlığa uğramış ve işlerini geri isteyen bir grup ile protestosunu devam ettirdi. Bizlerin onlardan haberi ancak Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevine başlamasıyla oldu. Ondan öncesinde işlerini geri isteyen bu direnişçi insanlar pek bilinmiyorlar ve sesleri duyulmuyordu.
Oysa ne kadar garip, ülkede yüz binden fazla kişi benzer bir hukuksuzluğa uğruyor, işini kaybediyor, yetmiyor aile bireyleri de işlerinden çıkarılıyor ama sesleri çıkmıyor.
İş bulmaları engelleniyor, hakları gasp ediliyor, aç bırakılıyor ve ağaç kökü yemeleri söyleniyor ama sesleri çıkmıyor.
Çocukları parçası olmadıkları darbe girişimi ile suçlanıp ömür boyu hapis cezası alıyor ama sesleri çıkmıyor.
İşte bu sessiz, korkmuş kalabalığın içinde birkaç ses yükseliyor haksızlığa karşı. Sonrasında o sesler buluşuyor. Fakat bu bir avuç insanın hak arama mücadelesi bile yüz binleri işsiz bırakanları korkutmaya yetiyor. Çünkü bu bir avuç cesur insanı örnek alıp diğer haksızlığa uğramış olanların da işlerini geri isteyeceğinden, kendi iktidarlarını sarsacağından korkuyorlar.
Tıpkı İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyen ve uygulanması için de direten cesur kadınlar gibi. O kadınlar da sokaklarda haklarını korumak için her toplandıklarında iktidarı korku içinde bırakıyorlar.
Acun Karadağ bir öğretmendi. Hiç alakası olmadığı bir darbe girişimi bahane edilerek sevdiği işinden, öğrencilerinden uzaklaştırıldı. İşini geri istemek için okulun önünde protestoya gittiği zaman diğer öğretmenlere gözdağı verilerek ona destek olmaları engellendi. Zaten bugün bile zulme uğramış binlerce insanı susturan bu gözdağı ve korkular değil mi!
Ne var ki Acun öğretmeni susturamayanlar, sesinin giderek daha fazla kişiye ulaştığını görünce onu yeniden gözaltına aldılar. Acun öğretmenin kalp hastası olduğunu, bu süreçte kalbine pil takıldığını ve en ufak bir sorunda ölebileceğini bildikleri halde.
Sabah saatlerinde evini basarak Acun öğretmeni gözaltına alanlar boş durmadı ve Yüksel direnişçisi Nazan Bozkurt, Mehmet Dersulu, Gülnaz Bozkurt, Armağan Özbaş, Merve Demirel ve Mahmut Konuk’u da gözaltına aldılar.
Bu işlerini geri isteyen insanlara karşı yapılanlar hem büyük bir adaletsizliği hem de mantıksızlığı barındırıyor.
Yüksel direnişçileri işlerini geri isteyen kamu çalışanları. Ancak savcılar onları örgüt üyesi olmakla suçluyor. Dünyanın hangi ülkesinde bir örgüt üyesi, devlette çalışırken kimliği açığa çıktıktan sonra işini geri ister?
Bir kişi şayet örgüt üyesi ise yıkmaya çalıştığı düzenin çalışanı olarak hayatına devam etmek için niye eylem yapsın?
Ancak ne Acun öğretmeni ne de onun gibi yüz binlerce insanı işten atanlar bu soruları hiç sormuyorlar. Haksızlığa uğrayanların çoğu da sormuyor. Herkes büyük bir suskunluk içinde bir gün bütün bunların biteceği saflığı ile bekliyorlar.
Uzun zamandır atılan bir slogan var, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” şeklinde. Bunu söyleyen ve iktidara muhalif olanların genelde yaptıkları iki şey, Anıtkabir ziyaretleri ve sosyal medyadan eleştirilerde bulunmak. Ancak bu insanlar Kurtuluş Savaşı döneminde yaşasalardı işgal devletlerinin kendilerine verdiği ile yetinen, Mustafa Kemal ve arkadaşlarına yardım etmeyen ve desteklediklerini de açıkça söylemeyen kişilerden olurdu.
Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye’yi kurtaran cesaret ve azim ne yazık ki günümüzde sadece Acun Karadağ, Melek Çetinkaya gibi bir avuç insanda var. Onlar da yapılan haksızlıkları dile getirmek için kendilerine yönelik her türlü baskıya göğüs geriyor ve mücadelelerine devam ediyorlar. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda her türlü tehlikeye karşın ülkenin bağımsızlığı için savaşanlar gibi.
Acun Karadağ, Melek Çetinkaya, Nuriye Gülmen gibi bir grup cesur insan bugün ya gözaltında ya hapiste. Yüz binlerce mağdur içinde haklarını arayan ve yapılan haksızlığa ses çıkaran bu bir avuç insana iyi bakın çünkü onlar toplumun büyük bir kesiminde bulunmayan gerçek cesarete sahipler. Aynı İstanbul Sözleşmesi için sokaklara çıkan kadınlar gibi.
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.