Hasretinden Prangalar Eskittim, Ay Karanlık, Sevdan Beni, Suskun ve Akşam Erken İner Mapushaneye adlı şiirlere imza atan Ahmed Arif’in vefatının üzerinden 30 yıl geçti.
Şair Ahmed Arif, 21 Nisan 1927’de Diyarbakır’da dünyaya geldi.
Annesi Kürt, babası ise Kerküklü olan Arif, henüz 2 yaşındayken annesi Sare Hanım’ı doğum esnasında kaybetti ve annesiz büyüdü.
Ahmed Arif, Kerküklü babası Arif Hikmet’in memuriyeti dolayısıyla ilkokulu Şanlıurfa Siverek’te bitirdi. Diyarbakır’da başladığı ortaokulu Urfa’da tamamlayan Arif, yatılı okuduğu Afyon Lisesini ise 1945’te bitirdi.
Şiir yazmaya ortaokul yıllarında başlayan Arif’in edebiyata ilgisi Afyon Lisesi’ndeyken iyice arttı. Usta şair, bir açıklamasında şiire ilgisini şu sözlerle aktarmıştı:
“Yıl 1943 olmalı. Taş çatlasa 16–17 yaşındayım. Durmadan şiir yazıyorum. Bir dergi, Seçme Şiirler Demeti adıyla kuşe kağıda basılıyor. Bir sayfanın sol başında Neyzen Tevfik, sağ başında Ahmed Arif. Ben, Neyzen Tevfik’in torunu yaşındayım tabii o zaman, hatta daha da küçük. Bir de 10 lira geliyor bana dergiden, telif hakkı. Düşünün, babam bana ayda 5 lira gönderebiliyor. O yüzden 10 lira büyük paraydı o zaman için.”
İŞKENCELER, SÜRGÜNLER
Arif’in, şiirle olan hikâyesi lise yıllarında başladı. Politik tavrını şiirlerine de işleyen Arif, üniversite eğitimi için, Ankara Üniversitesi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde Felsefe Bölümüne giriş yaptı, maddi zorluklar nedeniyle okurken de çalıştı. Fakat henüz üniversite birinci sınıftayken yazdığı 33 Kurşun şiiri sebebiyle gözaltına alındı. Bir kaç yıl sonra tekrar gözaltına alınan Arif, Ankara’dan İstanbul’a götürüldü ve “tabutluk” diye adlandırılan meşhur Sarsanyan Han’da ağır işkence gördü. Han’da 9 numaralı hücreye kapatılan Arif, 128 gün bu hücrede kaldı ve çıktıktan sonra ise Harbiye Cezaevi’ne girdi.
Cezaevinden çıktıktan sonra Yozgat’a sürgüne gönderilen Arif, bin bir yazışmalar sonucunda sürgünü Diyarbakır’a alındı. Politik tavrı ve akabinde gelişen cezaevi süreci nedeniyle Felsefe eğitimini tamamlayamayan Arif, Ankara’daki gazete ve dergilerin teknik işleriyle ilgilendi. Gazetecilikten emekli oldu.
‘DİCLE KIYISINDA ÖLMEK İSTERİM’
“Ben buralarda, bu hastanelerde, bu topraklarda değil, gene oralarda, Dicle kıyısında bir çadırda ölmek isterim. O kadar güzel ağıt yakar ki o kadınlar. Hiçbir müzik o kadar dokunaklı olmaz” diyen Arif, 64 yaşında iken Ankara’da yalnız yaşadığı evinde 2 Haziran 1991 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.
‘UMUTSUZLUK AYIPTIR’
Bir röportajında kendisine sorulan “umutsuzluğa düşmemeyi nasıl başarıyorsunuz?” sorusuna Arif, “Cellat elinde, işkencede, ölüme bir soluk kalmışken bile. Yalnız yasak değil ayıptır da. Çünkü devrimcinin kendisi, insanlığın yarını ve umududur” cevabını verir. Sadece 28 yaşına kadar şiir yazan Arif, asırlık bir edebi mirası bırakarak, şiirleri en çok bestelenen şairler arasındaki yerini de aldı.
Yaşarken işkencelere maruz kalan Arif’e, yönelik saldırılar yaşamını yitirdikten sonra da devam etti. Şair’in Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesi Hançepek Mahallesi’ndeki evi sokağa çıkma yasakları sırasında ciddi bir şekilde tahrip edildi ve yıkıldı. İktidar, yaşarken baskı altına aldığı sanat emekçilerini yaşamını yitirdikten sonra da rahat bırakmadı. Arif’in evinin olduğu mahalledeki yasak ve yıkım devam ediyor.
HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM
Ahmed Arif, tarzını yansıtan şiirleri 1948’de yayımlatmaya başladı. Attila İlhan’ın düzenlediği ‘Rüstemo’ başlıklı şiiri, Varlık dergisinin yayımladığı ‘Şiirler-1948’ antolojisinde yer aldı.
Aynı yıl, ‘Bir Akşamüstü’ adlı şiiri, tek sayı çıkan Meydan dergisinde yayımlanan Arif, sonraki yıllarda ‘İnkılapçı Gençlik, Yeryüzü, Seçilmiş Hikayeler, Soyut, Yeni Ufuklar, Türk Solu, Kaynak, Militan ve Papirüs’ adlı dergilerde yazdı.
Başarılı şair, siyasi görüş ve eylemleri sebebiyle 1951’de tutuklandı. Üniversite öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalan Arif, memuriyet hakkını da yitirdi. Arif, 7 Ekim 1954’te serbest kaldıktan sonra, kamu gözetiminde geçirmesi gereken süreyi Diyarbakır’da tamamlayarak yeniden Ankara’ya döndü.
Fikret Otyam’ın röportajlarına şiirlerinden parçalar almasıyla, 1950’li yılların sonlarında ünü iyice yaygınlaşan şair Arif, ‘Öncü’ ve ‘Halkçı’ gazetelerinde düzeltmenlik, teknik sekreterlik ve gazetecilik yaptı.
Başarılı şairin, Hasretinden Prangalar Eskittim adlı kitabı 1968’de basıldı. Bir röportajında kendisi hayattayken yayınlanan kitabın adına değinen Arif, şu bilgileri vermişti:
“Bunu anlatmak doğru mu bilmiyorum. Çok kişisel, duygusal bir şey, artık anı olmuş. Kitabımın adını ‘Dört Yanım Puşt Zulası’ koymuştum ama kardeşim buna engel oldu. Bana, ‘Kitabına böyle bir ad koymaya hakkın yok. Seni 15 yaşındaki çocuklar, kızlar taparcasına seviyor. Sen bununla ola ki burjuvazinin tuzaklarını söylüyorsun. Ama şu da var, o çocuklara saygı duymalısın. Hatta bu adı, bir şiirine bile verme. Mısra olarak kalsın.’ dedi. Düşündüm, kardeşime hak verdim. Madem öyle, kitabımın adı ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ olsun, dedim.”
Günümüze kadar defalarca baskı yapan kitap, Türkiye’de en çok basılan ve okunan eserler arasında yer aldı.
YÜREĞİMDE BİTİRİYORUM
Ahmed Arif bir röportajında “Nasıl yazıyorsunuz?” sorusunu ise şu sözlerle yanıtlamıştı:
“Yazıyorum denmez buna. Ben şiiri kafamda, yüreğimde bitiriyorum. Sonra bir gün oturup kabataslak kaleme alıyorum. Üç ya da beş yerinde düzeltme yapıyorum. Göze çarpan bir aksaklık varsa ya da yeni bir çağrışım varsa onu değiştiriyorum, o kadar… Bu bakımdan bana halk ozanı derlerse, onur duyarım. Küçümsemem. Hani ne diyorlar, irticalen…”
Ahmed Arif, 2 Haziran 1991’de kalp yetmezliği sonucu Ankara’da hayatını kaybetti. Cenazesi ertesi gün Maltepe Camisi’nden kaldırılarak Cebeci Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Toplumsal gerçekçi 1940 kuşağının son şairlerinden Ahmed Arif’in ölümünden sonra şiirleri oğlu tarafından derlenerek “Yurdum Benim Şahdamarım” adıyla 2003’te basıldı.
Arif’in şiirlerinin pek çoğu bestelendi ve Ahmet Kaya, Zülfü Livaneli, Fikret Kızılok, Edip Akbayram, Cem Karaca, Moğollar tarafından yorumlandı. Cemal Süreya’ya yazdığı mektuplar “Cemal Süreya’ya Mektuplar”, Leyla Erbil’e yazdığı mektuplar ise “Leylim Leylim” adıyla Arif’in vefatından sonra basılarak okuyucuyla buluştu.
Yakın arkadaşı Cemal Süreya, Ahmed Arif’i şu sözlerle anlatmıştı:
“Doğu Anadolu insanının müthiş malzemesini korkusuz bir lirizm içinde önümüze yığıyor. Sonra bütün Anadolu insanına doğru yayıyor onu. Pir Sultan Abdal’ı, Urfa’lı Nazif’i, Köroğlu’na, Bedrettin’e bağlıyor…
İmge onda sınırlı bir öge değil, bir bakıma şiirin kendisi, bütünü. Öyle ki bütünüyle vardır onun şiiri. Kelimeler ilişkin oldukları kavramları aşan ve daha geniş durumları kavrayan bir nitelik gösteriyor. Şiirin bütünü içinde kullanılmış bazı düz sözler, inanılmaz bir çarpıcılık, bir imge yeteneği kazanmaktadır Ahmed Arif’te. Öte yandan, şiirin içinde birer ikişer kelimelik mısralar halinde akan bu sözler, biçim yönünden de önem kazanmaktadır. Öyle ki, kendiliğinden doğan ve yalnız Ahmed Arif’e özgü gizli bir aruz gibi bu sözlerden bütün şiire bir müzik yayılmakta ya da bütün şiir çekidüzenini onlarda bulmaktadır.”
Şair ve yazar Gülten Akın, usta şairden şöyle bahsetmişti:
“Ahmed Arif’in şiirine, umudun, inceliğin, korkusuzluğun şiiri demişler. Ekleyeceğim; Onun şiiri, onurun ve alçak gönüllülüğün, derinliğin ve yalınlığın bile şiiridir. Bu özellikler sonradan edinilmiş değil, doğulunun geleneksel özellikleridir. Akıl ve yürek bir olmuştur. Hayat, en acı, en umutlu deneylerini sermiştir. O şiirler yazılmıştır. Ahmed Arif’in şiiri baştan sona somut gerçeklere dayanan bir şiir. Zor bir şiir. Ama, tek bir kez kekelemeden, tek bir kez biçim, dil, anlatım sıkıntısı çekmeden, benzetmelerin, imgelerin en özgürünü bula kullana yazmış. Benzersiz bir ozan.”