Türkiye’de Olağanüstü Hal sonrasında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle 134 bin kişi görevinden ihraç edildi. Onlardan bazıları işine dönebilmek için Ankara’da Yüksel Caddesinde eylem yapıyordu. Eylemleri nedeniyle de bugüne dek defalarca gözaltına alındı. Son eylemlerinin ardından Ağustos ayında da tutuklandılar.
Ankara, Yüksel Caddesinde “İşimi istiyorum” eylemi yaparken tutuklananlar arasında, KHK ile ihraç edilmiş olan Mahmut Konuk da vardı.
Mahmut Konuk, şu anda tutulduğu Adana’daki Kürkçüler F Tipi Hapishanesi’nden yazdığı mektubunda hapishane koşullarını anlattı.
Yüksel Caddesinde “İşimi geri istiyorum” eylemleri yapan Mehmet Dersulu, Armağan Özbaş, Acun Karadağ, Nazan Bozkurt, Mahmut Konuk ve Düzce’de direnişte olan Alev Şahin 22 Ağustos’ta Ankara 5. Sulh Ceza Hakimliği’nce “eylemlerine, hakkında daha önce verilen adli kontrol kararlarına rağmen yoğun bir şekilde devam etmeleri” gerekçesiyle tutuklanmıştı.
Davanın ilk duruşması 9 Aralık 2020’de Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
“Yoğun eylem yapmaktan” tutuklanan Mahmut Konuk, mektubunda durumu şu şekilde açıkladı:
“Durumumuz biraz da Kastamonu İstiklal Mahkemesi”nin bir kararındaki gibidir: ‘Sanığın idamına, delillerin bilahare değerlendirilmesine…’ Önce tutuklayalım, delilleri sonra tartışırız (ya da buluruz) Asıl amaç, bizim dışımızda yasal hak arama yoluna girecek başka emekçilere gözdağı vermek, bizi de susturmak.
“Susacak mıyız? Ben artık her pazartesi tutuklu olduğum hapishanede dört duvar arasından gökyüzüne haykırıyorum, ‘40 yıllık emeğimi ve özgürlüğümü gasp edenler, iki elim yakanızda! İşimizi geri alacağız’ diye…”
“‘Melamin’ tarihe karışalı yıllar oldu, hapishanede bütün tabaklar melamin. Bildiğimiz tarımsal suni gübre ile aynı maddeden üretiliyor. Kanserojen!
“İlk geldiğimde verdikleri tabağın lekeli, yıpranmış, çatlak bir melamin olduğunu görünce yukarıdaki özelliklerini belirtip değiştirilmesini, melamin olmayan bir tabak verilmesini istedim. Yerine verdikleri tabak da melamin. Tek farkı; yıpranmamış-yeni.
“Mesleğimi yaparken denetlemeye gittiğimiz lokanta, restoran, bar, pastane, kahvehane gibi gıda imal ve satış yerlerinde melamin, plastik, teflon, alüminyum kap-kacak görünce imha ettirir, bir de ceza yazardık. Şimdi hapishanenin vazgeçilmezi melamin tabak.”
“Evimiz, ailemiz, avukatımız, nahkememiz Ankara’da ama beş ayrı ile dağıtıldık. Eşyalarımızı apar-topar, karman-çorman topladığımız için hiçbirimizin temel ihtiyaç maddeleri yanında yoktu. Bir hafta boyunca içme suyum yoktu. İlaçlarımı paslı borulardan akan suyla içtim. İshal oldum.
“Tip-2 diyabet, prostat, guatr başta olmak üzere birçok hastalığım var. Ancak aradan geçen 2 aydan fazla zamana rağmen uygun diyet hiçbir zaman tam olarak verilmedi. Kepek ekmeği (ya da tam buğday, yulaf, çavdar vb. esmer ekmeği) Kürkçüler F tipi Hapishanesinde yok. Paramla kantinden dahi aldıramıyorum.
“Diyet programı yazması için götürüldüğüm diyetisyenin yazdığı program da uygulanmıyor. Hapishanede kalp, tansiyon, böbrek, mide hastaları için tek çeşit diyet yemeği çıkıyor. Normal yemeğin yağı az ve tuzsuz olanını ‘al sana diyet’ diye veriyorlar.
“Bana kan şekerini hızlı yükselten ve hızlı düşüren, beyaz ekmek, pirinç pilavı, patates, tatlılar, bal, reçel gibi gıdalar yasak, diyorum. ‘Senin damak tadına göre yemek mi çıkaracağız’ diyorlar. Beyaz ekmeğin yanına çoğu zaman pirinç pilavı, patates, bazen yanına bir de ‘hoşaf’ ekliyorlar.
“Ya yiyeceksin ya aç kalacaksın. Sonuç; dışarıdayken ilaç-spor-diyet üçlüsü ile kontrol altına aldığım kan şekeri dengesi yeniden bozuluyor.”
Konuk, neden eylem yaptığını da şöyle anlattı:
“Yaşamımın son 31 yılı sendikal mücadele, 29 yılı da aynı zamanda insan hakları mücadelesi içinde geçti.
“12 Eylül darbesi yasalarına karşı 1989 yılında Teknik Sağlık Mensupları Derneği içinde kuruluş çalışmalarına başladığım sendikal mücadele 11 Ocak 1991’de kurulan TÜM SAĞLIK-SEN’in 289 Kurucu üyesinden biri oldum. İşyeri temsilciliğinden şube başkanlığına, 2 dönem Merkez Yönetim Kurulu Üyeliğine, her düzeyde sorumluluk üstlendim.
“1 Ağustos 1996’da dört sendikayı birleştirerek kurduğumuz Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın (SES) Kurucu Genel Eğitim Sekreterliğini yaptım.
“Bu süreç içinde sayısını hatırlamadığım baskı, sürgün, gözaltı ve yargılanma yaşadım. Ama sendikalarımızı kurmuş, yasal statüye kavuşturmuştuk.
“Bir gece yarısı KHK’sı ile kapının önüne konmamız, bu kadar ağır bedelle kazandığımız sendikal güvencelerin de bir çırpıda yok olması anlamına geliyordu.
“Dahası ihraç edildiğim gün, üniversite öğrencisi olan küçük kızım ‘Asgari ücretle bir iş bulup çalışacağım’ diyerek okulu terk etti.
“Bütün hak arama yollarımız kapatıldı. ‘Ağaç kabuğu yesinler’, ‘biz onları sosyal ölü yaptık…’ dediler. İdare Mahkemeleri, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bile kaderimizi “OHAL İnceleme Komisyonu”na bıraktı. Komisyon hakkımda hala bir karar vermedi.
“Geriye bir tek yol kalıyordu: Anayasal bir hak olan basın açıklamalarıyla sorunu kamuoyunun gündemine taşımak…”
Bianet / (AS)