İstanbul Beyoğlu’nda 2010 yılında, gözaltında kötü muamele ve çıplak aramaya maruz bırakılmasının ardından intihar eden Onur Yaser Can’ın kardeşi Ezgi Sevgi Can, “Birçok polis biriminde çıplak arama, Meclis’te inkâr ettiklerinin aksine, maalesef bu ülkenin rutin bir gerçeği. Ağabeyimin başına gelen tam olarak bu işkence” dedi.
Ağabeyinin intiharının ardından annesi de intihar eden ve babasını da sağlık sorunları nedeniyle kaybeden Ezgi Sevgi Can, “Bu polisler 28 yaşında bir gencin hayatını karartmışlardır. Ondan sonra ailesinin de ölümüne sebep olmuşlardır. Yani bir ailenin yok olmasına bu polisler sebep olmuştur” diye konuştu.
Onur Yaser Can Davası’nda polisler, 12 yılın ardından ilk kez yarın; İstanbul 41. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına çıkacak.
ODTÜ Mimarlık Fakültesi mezunu Onur Yaser Can, 2 Haziran 2010 tarihinde İstanbul Beyoğlu’nda narkotik polisi tarafından gözaltına alındı. İfadesinin alınmasının ardından serbest bırakıldı. Bundan iki gün sonra, “tutanaklarda eksiklik olduğu” gerekçesiyle tekrar karakola çağrıldı. 23 Haziran 2010’da tekrar ifadeye çağrılan Can, aynı gün intihar etti. İntiharının ardından annesi Hatice Can, oğlunun pantolonunun arka cebinde, üzerinde çıplak aramaya maruz bırakıldığına ifadelerin yazılı olduğu bir not buldu.
Anne Hatice Can, 2014 yılında intihar etmişti. Baba Mevlüt Can ise, sağlık sorunlarından dolayı 2019 yılında hayatını kaybetmişti.
Onur Yaser Can’ın intiharı ile ilgili yargılamada iki polis, “evrakta sahtecilik” suçlaması ile iki yıl altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Yargıtay kararı bozdu, yargılama yeniden başladı. Polisler, ayrı ayrı; altı yıl beş ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. Ancak İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi, dört polis ve bir bilirkişi hakkında daha suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi. İstanbul Valiliği, soruşturma izni vermedi. Onur Yaser Can’ın kardeşi Ezgi Sevgi Can’ın itirazı üzerine istinaf mahkemesi, soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararı Temmuz 2021’de kaldırdı.
Dört polis ve bir bilirkişi hakkındaki yargılamanın ilk duruşması yarın, İstanbul 41. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılacak.
Onur Yaser Can’ın kardeşi Ezgi Sevgi Can, şunları söyledi:
“2010 yılında narkotik polisinin örgütlü işkencesi sonucu intihara sürüklenen Onur Yaser Can’ın kız kardeşiyim.
Ağabeyim, 8 gram esrar alırken teknik takibe yakalanması sonucu Beyoğlu’nda bir grup narkotik polisi tarafından yakalanıyor. Yakalandığı gün yaklaşık 3-4 saat süren bir çıplak arama işkencesine maruz bırakılıyor. Sorgusu sırasında çok yoğun kötü muamele, onur kırıcı davranışlara maruz bırakılıyor. Ertesi gün, aynı ekibin komiseri tarafından yapılan işkenceyi örtbas etmek amacıyla ve ifadesine başında bulunduğu uyuşturucu operasyonuyla ilgili referans bilgileri eklemek üzere taşeron bir polis ekibini görevlendirerek ağabeyim Onur Yaser’in yaklaşık 11 adet belgesinde değişiklik yaparak, bunu tekrar imzalatmak için Onur Yaser’i tekrar narkotiğe çağırıyorlar. Tehdit ve zorla okumasına izin vermeden, ifadelerini ilk kezmişçesine, hiçbir resmi kayıt altına almadan imzalatıyorlar. İfadesi dahil, 11 adet belge tekrar imzalatılıyor. İlk sorgusunda imzalatılan belgeleri de yine hiçbir kayıt altına almadan imha ediyorlar.
‘ÇOK BÜYÜK BİR PSİKOLOJİK BUNALIMA GİRİYOR’
Bütün bu hukuksuzlukların sonrasında, ağabeyim çok büyük bir psikolojik bunalıma giriyor ve 20 gün sonra 3. defa tekrar narkotik büroya çağrıldığı gün kendini yaşadığı evin penceresinden çırılçıplak bir şekilde aşağı bırakıyor. Biz maalesef bunu çok geç öğrendik. Yani yaşadığı bu süreci bizle paylaşmadı. Ailesi olarak maalesef annem ve babam son gün aslında yardım çağrısı yapıyor onlara. Ama gittiklerinde 3 .kez çağrıldığı için o bunalıma dayanamayarak maalesef canına kıyıyor.
‘HAYATA BAĞLI, 28 YAŞINDA GENÇ BİR MİMARIN İNTİHAR EDECEK DURUMA GELMESİ İÇİN…’
Biz bu süreçte yani ağabeyimi kaybettiğimiz gün bir hukuk mücadelesi başlattık. Çünkü arkadaşlarına anlattığı kadarıyla, arkasından bıraktığı bir nottan ortada çok büyük bir işkence olduğunu… Yaser’i tanıyan insanlar, onun ailesi olarak Yaser gibi hayata bağlı, 28 yaşında genç bir mimarın intihar edecek duruma gelmesi için çok büyük bir işkence yapıldığını zaten biliyorduk.
Bu mücadele 12 yıldır devam ediyor. Ben bu süreçte 2014 yılında annemi de aynı şekilde kaybettim. Annem de bu adaletsiz sürece, evladını bu şekilde yitirmesine dayanamayarak o da aynı şekilde maalesef intihar etti. Ardından 2019 yılında babamı da bu sürecin sağlığını yıpratması sonucu kaybettim.
Sonuç olarak 2019’dan beri ben bu hukuk mücadelesini tek başına sürdürüyorum. Tek başına derken tabii ki sizler basın emekçileri, avukatlarım ve birçok insan haklarından yana mücadele veren insanın dayanışmasıyla beraber yürütüyorum.
Şu an gelinen aşamada yeni bir süreç başlıyor. 30 Eylül’de bir duruşma olacak. 6. Ağır Ceza Mahkemesi, daha önce görülen ‘evrakta sahtecilik davasının’ ara kararına istinaden evrakta sahtecilikte kasıt ve kusuru bulunan diğer polis memurlarının da hakkında suç duyurusunda bulunmasına karar vermişti.
Bu karara istinaden avukatım Mehmet Ümit Erdem ile biz bunun takibini yaptık. Üç yılın sonunda, ısrarlı itirazlarımız sonucunda Bölge İdare Mahkemesi, Valiliğin iki kez üst üste verdiği ‘soruşturma izni verilmemesi’ kararını kaldırılmasına karar vererek, bu diğer polis memurları hakkında bir dava açılmasını sağladı.
Bu polisler aslında Yaser’in saatlerce süren çıplak arama işkencesini uygulayan… Yani işkenceyi uygulayan polis ekibi. O anlamda benim için çok önemli bir dava. Her ne kadar Savcılık iddianamesinde bu dava yine ‘evrakta sahtecilik’ davası olarak sınırlı kalacak olsa da bu şu an hem kamuoyunda hem basında bir işkence davası olarak herkesçe biliniyor. Bu işkenceyi artık mahkemenin görmezden gelemeyeceğini düşünüyorum ve diliyorum. Şimdilik bu aşamadayız.
‘BİRÇOK POLİS BİRİMİNDE ÇIPLAK ARAMA, MAALESEF BU ÜLKENİN RUTİN BİR GERÇEĞİ’
30 Eylül Cuma günü 41. Ağır Ceza Mahkemesi’ne saat 10.00’da herkesi desteğe, dayanışmaya çağırıyorum. Gelemeseniz bile bu konuyla ilgili bilgilenmenizi, bunla ilgili paylaşımlarda bulunmanızı, beni desteklemenizi rica ediyorum.
Bu, Türkiye’de insan hakları mücadelesinin bir parçası olan bir davadır. Bu ülkede polis her birimde maalesef işkence yapıyor. Narkotik polisi de işkence yapıyor, birçok polis biriminde çıplak arama, Meclis’te inkâr ettiklerinin aksine, maalesef bu ülkenin rutin bir gerçeği. Polisin rutin bir şekilde uyguladığı bir onur kırıcı ve sorgudaki insanın kişilik ve ruhsal bütünlüğünü hedef alan insanlık dışı bir muamele. Ve maalesef ağabeyimin başına gelen de tam olarak bu işkence. Ben bunu her fırsatta dile getireceğim. Sizin gibi pırıl pırıl insanların sayesinde de bu süreci ben duyurmaya devam ediyorum.
Hem bu işkenceyi hem evrakta sahteciliği örgütleyen sanık Hakan Aydın’ın birçok mahkemede FETÖ’ye üyelikten davası sürüyor. Şanlıurfa 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ceza aldı. Şu an Bursa’da denetimli serbestlikten yararlanıyor fakat meslekten ihraç edilmiş durumda. Diğer polislerin de neredeyse hepsinin tayini çıktı.
Biz zaten yıllar içinde şunu anladık. Bu eski başkomiser aslında Onur Yaser Can’a kişiye özel bir operasyon uyguluyor. Bunu uygularken FETÖ örgütüne üyelikten aldığı nüfuzu kullanıyor ve o sırada biz yine süreçte, aslında annem ve babamın o acılarına rağmen; aslında mahkemelerin, savcıların yapması gereken çalışmayı yaparak ortaya çıkardıklarına göre; o sırada Hakan Aydın’ın, maalesef yaşı da küçük olmasına rağmen o sırada yazılı, yazısız birçok yetkisi var. Zaten sonra da bu yetkiyi nereden aldığını gördük.
‘BU POLİSLER, 28 YAŞINDA BİR GENCİN HAYATINI KARARTMIŞLARDIR’
Ben buradan şunu hatırlatmak istiyorum. Bu ülkede bir sürü akademisyeni, aydın insanı FETÖ örgütüne üyelikten suçladılar ama asıl FETÖ’cüler bunlardır. Bu polisler, FETÖ üyeliğinden aldıkları güçle, nüfuzla 28 yaşında bir gencin hayatını karartmışlardır. Ondan sonra ailesinin de ölümüne sebep olmuşlardır. Yani bir ailenin yok olmasına sebep olmuştur bu polisler. Burada bunun altını çizmek önemli diye düşünüyorum.”
Ezgi Sevgi Can, “Tüm bu yaşananlarla nasıl mücadele ediyorsunuz, nasıl ayakta kalıyorsunuz?” sorusuna ise şöyle cevap verdi:
“Çok zor bir mücadele. Ama hayatımda müzik çok büyük yer kaplıyor. Müziğe de aslında bizi çocukken annem yöneltti. Onun sayesinde şu an müzisyen oldum. Birkaç grupta klarnet çalıyorum, söylüyorum. Müzik yaparken gerçekten ailemle bir çeşit bağ kurduğumu hissediyorum. Onlarla bağ kurabildiğimi ve onların ruhuna aslında dokunabildiğimi hissediyorum. O bana çok güç veriyor.
‘TÜRKİYE’DE DEVLET, POLİS ŞİDDETİNE KARŞI VERİLEN MÜCADELEDE ÖNEMLİ DAVALARDAN BİRİ’
Onun dışında dostlarım, ailemin geri kalan bireyleri, akrabalarım ve Türkiye’de insan hakları mücadelesi için hayatını, işini riske atan ve bu konuda mücadele veren herkesin aslında çabası, dayanışması bana güç veriyor. Çünkü bu dava sadece benim ailemin davası değil. Bunu ben her fırsatta da dile getirmeye çalışıyorum. Bu aslında Türkiye’de devlet, polis şiddetine karşı verilen mücadelede önemli davalardan biri. O yüzden kendimi yalnız da hissetmiyorum. Bütün bunlar bana bu mücadelede güç veriyor. Sonuna kadar da sürdüreceğim bunu. Sadece dediğim gibi kendim ya da ailem için değil, bu ülkenin geleceği için bu mücadeleyi sürdüreceğim.” (ANKA)