Hakan Tahmaz*
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024 tarihinde TBMM’nin açılış töreninde DEM Parti Eşbaşkanı Tuncer Bakırhan ve milletvekilleriyle tokalaşması ve bunu “Yeni döneme giriyoruz, dünyada barış isterken kendi ülkenizde barışı sağlamak lazım” sözleriyle izah etmesi, keza CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “Devlet Bey iyisini yapıyorsunuz, el uzatmak iyidir, barışmak savaşmaktan iyidir” sözleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’nın Bahçeli’yi destekleyen açıklamalar yapması, sonrasındaki gelişmelerle birlikte izlenmesi gereken yeni bir duruma işaret etmekte.
Barış için el uzatılması bile, daha kısa bir süre önce DEM Parti’nin kapatılmak, milletvekillerinin maaşlarına el konmak istendiği düşünülürse, başlı başına önemsenmesi gereken bir durumdur. Barış ihtiyacı ve barışın gücü, çözümsüzlük politikalarının karşısında kendisini her durumda yeniden güncelleştiriyor.
Bu durumun ortaya çıkmasında hangi faktörlerin rol oynadığı veya belirleyici olduğu, yaygın bir biçimde tartışılıyor. İsrail saldırganlığının, soykırımının ve savaşı yaygınlaşma ihtimali bölgede büyük bir ateş topuna dönüşmesi konuyu karmaşık hale sokuyor. Bölgesel gelişmelerin nereye doğru evrileceği ve ne gibi sonuçlar doğurabileceğini bugünden net olarak söyleyebilmek mümkün değil.
Ancak, bu belirsizlikler süreci, Türkiye açısından geçmiş dönemlerdeki olumsuz pratikler yerine hak, hukuk, adalet ve barış ekseninde 85 milyon insanımızla daha güzel bir güne uyanmak için fırsata çevrilebilir.
Başarısızlıkla sonuçlanan Oslo ve çözüm sürecinde yaşananlar; sonrasında Türkiye’nin açık cezaevine dönüştürülmüş olması ve 8 yıldır Kürt siyasetinde hukuksuz, yargısız büyük kırım sürecinde hiç kuşkusuz çok ağır deneyimler yaşandı. Barışı, silahların susmasını, çatışmaların durmasını, eşit ve özgür yaşamı isteyenler çok şey tecrübe ettiler, çok acılar biriktirdiler.
İki haftadır “barış” ve “çözüm” adına yapılan tartışmalar karşısında toplumda pozitif bir hava yerine temkinli bir iyimserlik halinin hâkim olması da bu deneyimlerden kaynaklanıyor. Ülkenin cezaevlerinin muhaliflerle dolu olduğu, hukukun işlemediği, AİHM ve AYM kararlarına uyulmadığı ve her gün ölüm haberlerin geldiği koşullarda bu anlaşılabilir bir durumdur.
Yine de barış isteyenler, barış için mücadele edenler geçmişi unutmadan, kötülükleri aklamadan, suçluların cezasız kalmasına rıza göstermeden ve geçmişin tecrübesiyle geleceğe odaklandıklarında barışın toplumsallaşmasına katkı sunabilir. Ortaya çıkan yeni durumları bir fırsata dönüştürmek de, müdahil olmayı ve mücadele etmeyi gerektirir.
Barış Vakfı, bu anlayışla Devlet Bahçeli’nin “dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” sözünün gereğini yapılmasının takipçisi olacak. Herkesi her kesimi bu doğrultuda harekete geçirmek için çabalayacaktır.
Şimdi cesaretli, özgüvenli ve özverili olma zamanıdır. Ülkeye hukuku, adaleti barışı getirecek olan bir yolun döşenmesine katkı sunmak hepimizin, 85 milyonun görev ve sorumluğudur. Haklı kaygılarımızın ve çekincelerimizin pençesinde kalarak barışı kazanamayız. Barış fikrinin ve siyasal haklılığımızın gücüyle toplumdaki güvensizliğin aşılmasana katkı sunmalıyız.
Zorlukları ve engelleri aşmak ve diyaloğun müzakereye dönüşmesini kolaylaştırmak için atılacak ilk adım, ülkeyi açık cezaevi durumundan çıkartmak; haksız, hukuksuz yere 25 yıla varan siyasi tecriti, hasta tutsaklar konusunu ve siyasetçilerle dolu cezaevlerini masaya yatırmak olabilir. Halkın iradesinin hiçe sayılması anlamına gelen belediyelere kayyum uygulamasından vazgeçilmesi de önemli bir adım olacaktır.
Barış isteyenler olarak bizler hepimiz, gelişmeleri dikkatle izleyerek, niyet okumadan ama yaşananların algı operasyonlarına dönüştürülmesine de izin vermeden, gerçekçi biçimde değerlendirerek “imkânsız” görüneni “mümkün” kılmanın peşine düşeceğiz.
Barış Vakfı