12 Eylül Darbesiyle 1961 Anayasası uygulamadan kaldırıldı. Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri cunta dönemi başlayacaktı. Sonuçları korkunçtu! 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi, 171 kişi işkenceden öldü.
Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü, 14 kişi aynı dönem yapılan açlık grevlerinde hayatını kaybetti. 16 kişi “kaçarken” vuruldu. 95 kişi “çatışmada” öldü. 73 kişiye doğal ölüm raporu verildi, 43 kişinin “intihar ettiği” söylendi.
Darbenin Evren dışındaki uygulayıcıları ise Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan oluşan komuta kademesiydi.
Darbeden sonra ilk idamlar, 9 Ekim 1980 tarihinde gerçekleşti. İlk olarak sol görüşlü Necdet Adalı, ardından ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. Bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen 17 yaşındaki Erdal Eren, 19 Mart 1980’ta idama mahkum edildi.
Kenan Evren’in 17 yaşında astırdığı Erdal Eren için söylediği “Asmayalım da besleyelim mi?” sözü, utanç vesikası olarak tarihe geçecekti. Evren, daha sonra idam kararlarına ilişkin olarak, bir zalime yaraşır şekilde “İdamları imzalarken elim bile titremedi” diyecekti.
12 Eylül döneminde bütün cezaevleri zulüm ve işkence evine dönüştü. Ancak en yoğun işkenceler Diyarbakır Cezaevi’nde yaşandı. 34 tutuklu 5.Nolu zindanlarda öldürüldü. O zulüm üzerinden Kürt sorunu filizlenecek, bitmeyen haksızlıkların, faili meçhullerin tohumları serpilecekti.
İç Güvenlik Komutanı Esat Oktay Yıldıran, tutuklu ve hükümlüleri, kaba dayak, falaka, dışkı yedirme, copla tecavüz, lağım suyunun içine bırakma gibi işkencelere maruz bıraktı. Yıldıran, 1988’de, İstanbul Kısıklı’da bir halk otobüsünde öldürüldü.
Bu kişilerden 25’i aldığı ağır darbeler sonucu, 5’i açlık direnişi sonucu yaşamını yitirdi. Tutuklulardan 5’inin kendini asarak, 4’ünün kendini yakarak intihar ettiği cezaevindeki işkencecilerden hiçbiri ceza almadı.
İşkenceye dair tanıklıkların bir bölümü şöyleydi: “Bütün işkence yöntemlerini yaşadık ama en ağırı cinsel işkenceydi.” “Tecavüz ettikleri kadınları kanlı etekleriyle koğuş koğuş dolaştırdılar.” “En büyük işkence başka kadınların çığlıklarını dinlemekti.”
M. Emin Kardeş: Dövüyorlar, muhakkak dövdüğü kişinin bir tarafını da kırıyorlardı. “Ne oldu sana ?” diyorlar, “Ranzadan düştüm komutanım” diyorduk. Herkese avuç avuç dışkı yediriyorlardı, bu çok sıradandı. Y.A. adında bir arkadaşımız vardı. Herkesin gözü önünde ona cop soktular.
Paşa Akdoğan: Tıraş kremini yüzümüze sürdüler, ince bir ip getirerek, “tren yapacağız” dediler. Herkesin kamışına ip bağladıktan sonra “koş” dediler. Bir süre o şekilde koşturup yat kalk yaptırdılar. Sonra köpeği saldılar. Hiçbir şekilde ona karşı bir şey yapamazdık.
12 Eylül darbesi işçi sınıfını, demokrat ve devrimcileri ağır baskılarla sindirdi, ama Kürt halkına bu baskılardan çok büyük ve acılı bir pay düştü. Özellikle Diyarbakır 5. Nolu Cezaevi, 12 Eylül faşizminin Auschwitz’i işlevini görerek Kürtlerin hafızasında derin yaralar açtı.
12 Eylül darbesinin ardından tutuklanan yüzlerce mahkûm, Mamak Askeri Cezaevi’ne konuldu. Cezaevindeki işkencelerin tesiri ile birçok kişinin hayatı kararacaktı. Cezaevi Komutanı olan Albay Raci Tetik, yapılan işkencelerin baş sorumlusuydu. Tetik, yargıya hesap vermeden öldü.
Darbenin ardından ağabeyi Muzaffer Erdost ile gözaltına alınan İlhan Erdost, 7 Kasım 1980’de Mamak’ta askerler tarafından dövülerek katledildi. Cezaevine girişten koğuşuna götürülene kadar darbedilen Erdost, bu sırada “Artık dövmeyin, sabah kızlarımı öpmeden çıktım” demişti.